MAGGİORE GÖLÜNDE ÜÇ ADA;
PESCATORİ, BELLA VE MADRE
Mine Kayam
Yağmurlu günler ya da beklenmedik yağmurlar bizi plansız
olmaya alıştırdı. Hafta sonu geldiğinde sabah kalkıyoruz hemen havaya bakıp ne
yapacağımıza karar veriyoruz. Yine böyle bir Pazar günü yağmur beklerken güneşi
görünce hemen açık hava gezisi düşünmeye başlamıştık ki arkadaşlardan gelen “Adalara
gidiyoruz bize katılır mısınız?” teklifine kelimenin tam anlamıyla atladık.
Adalar dediğimiz yer artık ‘bizim göl’ dediğimiz Maggiore
gölünde üç tane ada; Pescatori, Bella ve Madre adaları. Bu adaları, nasıl olsa
yakınımızda diyerek hep ertelemiştim. Adalara gidiş birkaç şehirden
yapılabiliyor, bunlar; Arona, Stresa, Laveno veya Angera. Biz Stresa’yı seçtik.
Bize biraz uzak ama adalara en yakın yer. Aslında Stresa bu bölgenin görülmesi
gereken yerlerinden birisi. Adalara hem özel teknelerle hem de bizdeki gibi şehir
hatları türünde teknelerle gidebiliyorsunuz.
Stresa limanına gittiğinizde, hiç yadırgamayacağınız bir şekilde
ve biz Türklerin alışkın olduğu, müşteri kapmak için hemen dibinizde biten
insanlarla karşılaşacaksınız. Hazırlıklı giderseniz sorun yok. Vapur fiyatlarını biliyorsanız (internetten çok
rahat öğrenebilirsiniz www.navigazionelaghi.it ) onlarla pazarlık yapabilirsiniz. Biz yedi kişiye altı
kişi parası verdik ve de otopark ücreti ödemedik. Böyle olunca neredeyse diğer
vapurdan ucuza geldi.
Adalara bilet alırken seçenekleriniz çok; tek tek adalara
bilet alabilirsiniz, bunda her gittiğiniz yerden yeni bilet alıyorsunuz, tüm
adalara tur şeklinde olabilir, bunda da tek biletle iniyor biniyorsunuz vapur
saatlerine göre istediğiniz kadar kalabiliyorsunuz. Üç ada var ben ikisine gideceğim,
ya da tek bir tanesine gideceğim diyebilirsiniz. Pescatori adasına giriş ücretsiz,
Isola Bella’ya da giriş ücretsiz ama orada asıl görülmesi gereken saray ücretli,
zaten neredeyse adanın tamamını kaplamış. Üçüncü ada ise Isola Madre ve daha ayak
basar basmaz 11 euro ödemeniz gereken bir ada. Bu nedenle planlı gitmekte fayda
var, biz diğer iki adayı gezmeye karar verdik. Adalardan ana karaya kalkan son
tekne de akşam saat altıda. Duyduğuma göre Pescatori adasındaki restoranlar
akşam yemeği için tekne ayarlayabiliyorlarmış. Çok güzel bir şey, çünkü
adada akşam yemeğinin çok zevkli olacağına eminim.
Ve adalara yola çıktık ilk durak Pescatori adası, Pescatori
İtalyanca balıkçılar demek ve adından da
anlaşılacağı gibi burası bir balıkçı adası.
Halk balıkçılıkla
geçiniyor burada çok fazla gezilecek yer yok amaaa çoook güzel balık
restoranları var. Biz bir tane bulduk ve çok memnun kaldık, hepsinin fiyatları
dışarıda asılı olduğu için çok rahat fiyat karşılaştırması yapıp istediğiniz
yerde yiyebilirsiniz.
Biz bu restoranı sevdik ve yanılmadığımızı görünce çok mutlu olduk.
Yıldırım balıklı menüyü bende lazanyalı menüyü yedim, ikisi
de harikaydı. Yediğimiz tiramusu ise mükemmeldi.
Çok hoş elişi dükkanları var.
Yemek muhabbet çok güzeldi ama yola çıkmalıydık daha İsola
Bella ya gideceğiz. Bu fotoğraf gideceğimiz adanın uzaktan görünüşü.
Adanın adı Bella. Adını Kontes Donna Isabella dan almış. Aynı zamanda “bella “ İtalyanca güzel anlamına da geliyor. Bu ada 1500 yıllarında tamamen taşlık kayalık bir adaymış. İtalyanın zengin ailesi Borromeo’lar burayı almışlar. Usta mimarlar, inşaat işçileri ve bahçıvanların yoğun çalışmaları sonunda muhteşem bir şey ortaya çıkmış. Adadaki bu muhteşem saray tam 400 yıllık, kontes İsabella için yaptırılmış.
Borromeo ailesinin
kökeni Floransa’ya dayanıyor. 1370
yılında aile fertlerinden Filippo’nun Floransa da ayaklanmasından sonra ölüm
cezasına çarptırılması nedeniyle orta İtalya’dan ayrılıp Milano’ya göç etmek
zorunda kalmışlar. 1391-1449 yıllarında Vitaliano (I) Lombardy bölgesinde
inanılmaz bir servete sahip olmuş ve Lago Maggiore bölgesinde birçok arazi satın almış ve aile buraya yerleşmiş. Kendisi için saray yaptırılan kontes İsabella,
VI. Vitaliano’nun karısı. VI. Vitaliano öldüğünde inşaat tamamen bitmemiş ama
bugünkü görünümüne hemen hemen benzemiş.
Saray, daha girmeden bile görkemli görünüyordu. Yetişkin 13
euro çocuk ise 6,5 euro’ydu. Eğer saray için biletleri teknede alırsanız; bir
çocuk ve bir yetişkin 13 euro idi, ( bu özel teknelerin müşteri çekmek için yaptıkları bir kampanyaydı) ama biz ne göreceğimiz bilmediğimiz için
görmeden almak istemedik. Gelince biraz hayıflandım ama ‘neyse’ deyip
biletlerimizi aldık.
İçeri girdiğimiz andan itibaren zenginlik nasıl bir şeymiş,
saray nasıl oluyormuş, daha merdivenleri çıkarken anladık.
Ben bu iki fotoğrafı çekmiştim ki görevliler fotoğraf
çekmenin yasak olduğunu söylediler. O şaşaalı gösterişli odaların mobilyaların
fotoğrafını çekemedim.
Bu oda Napolyon odası olarak adlandırılmış çünkü Napolyon 1747 yılında karısı Josefin’le bu odada
kalmış. Bu da o zamandan kalma orijinal yatakmış.
Bu duvarda gördükleriniz el dokuması halılar. Hepsinde hayvan
figürleri var; aslanlar, kaplanlar ve Borromeo ailesinin sembolü olan Unicorn (Tek Boynuzlu At). Geleneklere göre Unicorn onur,
erdem ve sadakat simgesiymiş. Ailenin bundan başka sembolleri de var.
Bence sarayın en ilginç kısmı alt katta yapılan mağara gibi
yaşam alanlarıydı. Buralar küçük küçük volkanik tüflerle yapılmış.
Bu odalardaki işçiliği anlamak mümkün değil. Sarayın
bitmesinin neden bu kadar uzun sürdüğü belli. O mağaralardan bahçeye çıkılıyor dendi… Tamam, bir de
bahçeyi görelim dedik, ama burası bahçe değil başka bir şey! Çiçekler, ağaçlar,
heykeller, dolaşan tavus kuşları…
Burası bahçenin göle bakan arka tarafı. Bahçede farklı yerlerden getirilmiş çok
çeşitli bitkiler, çiçekler ve meyve ağaçları var.
Bahçede aynı zamanda kitapçı, hediyelik eşya dükkanı ve
kafeterya da var. Zengin olmak ne güzel
bir şey diyerek saraydan ayrılıyoruz, çünkü saat beş buçuk olmuş. Aslında ben bu bahçede birkaç saat daha
geçirebilirdim.