SAN REMO'DA BAŞLAYIP NICE’DE BİTEN ÇILGIN HAFTA SONU
Mine Kayam
Pazartesi den itibaren hafta sonu tembelliği için plan
yapılır… Keyifli uzun bir kahvaltı, arkasından bir Türk kahvesi, (her şeyden
önce kahve malzemelerimi getirdiğim için hiç sorun olmuyor), sohbet,
tembellik...Çok güzel değil mi? Ama biz de öyle olmuyor. Cumartesi sabahı
kahvaltımızı yaparken Yıldırım “San Remo’ya
gidelim mi?” dedi. Şaka mı yapıyorsun der gibi baktım, yok şaka
yapmıyordu. Çocukluğundan beri Sanremo Müzik Festivali’ni izlermiş ve hep orayı
merak edermiş. Eh ne yapalım seni mi
kıracağım dedim, hani ben de gezmeyi pek sevmem ya…(!) ve 9.30 da konuştuk o
bilgisayar başına geçip otel ayarladı bende çantamızı hazırladım. 10.30 da
arabadaydık. Genelde geziye çıkmadan önce hep hazırlanırım, gideceğimiz yerle
ilgili bilgi toplarım ama bu sefer yapamadım, ben de Müzik Festivalinden başka
pek bir şey bilmiyordum.
Sevgili navigasyonumuz
2-2,5 saatlik bir yolumuz olduğunu söyledi, tabii ki otobandan. San Remo’ya gitmek için önce Cenova’ya
gitmemiz gerekiyor. Otoban çok rahat oluyor, ancak Cenova yolu çok ilginç,
neredeyse tüm yol tünellerden ibaret.
Saymak istedim ama sanırım 50-55 te kaldım. Döndüğümde tünel sayısını
bulabileceğimi zannederek çok araştırdım ama maalesef net bir rakama
ulaşamadım. 150-160, 178, 110 diyen kaynaklar buldum ama 100 den aşağı olmadığı
kesin.
Güneş gözlüklerimizi tak- çıkar fenalık geldi. Neyse sonunda
meşhur San Remo’ muza ulaştık. Hemen oteli bulup yerleştik ve resepsiyondaki
bayandan gezilecek yerleri öğrenmek istedim. Bize çarşı, eski şehir merkezi ve
Pazar yeri dedi. Başka??? Yok!!! Nasıl
yani? E hepsi bu. Neyse biz buluruz bir yerler diyerek hemen dışarı çıktık. Tüm
markaların olduğu çok güzel bir çarşısı vardı, ama sadece bakmakla yetindik
çünkü fiyatlar oldukça yüksekti. Sokaklarda paspal kıyafetle gezen hiç kimse
yoktu herkes çok şıktı.
Bu arada bir dükkanın defilesine de denk geldik.
Eski şehrin sokakları çok dar araba giremiyor sadece yürümek
için, araba olmadığı için de çocuklar çok rahat oynuyorlardı. Binalar çok
ilginç bir şekilde kemerlerle birbirlerine bağlanmış.
Teatro Ariston meşhur San Remo müzik festivalinin yapıldığı
yer. Burayı çok aradık, nedense
hayalimde çok daha gösterişli bir bina vardı, o nedenle bu binayı görünce
yanlış geldiğimizi düşünerek fotoğrafını çekmedim. Maalesef bu fotoğraf benim
değil, internetten buldum.
Bu kilise Rus Ortodoks kilisesi bana göre San Remo’daki en hoş bina, mimariyi görür görmez Rusya diyorsunuz. Cumartesi geç olduğu için ertesi sabahta Pazar ayinine denk geldiğimiz için içine giremedik.
Yürümek içim çok uzun bir sahil yolu yapmışlar, sahil kısmı
tamamen taşlık olduğu için bana hiç cazip gelmedi.
Bu evde bir villa, bahçesi ziyarete açılıyormuş ama haftada
sadece iki kere. Nasıl bir turizm anlamadım. Ben bahçe kapısının arasından
ancak bu kadarını çekebildim. Çocukluğumda okuduğum “Gizli Bahçe” adlı kitabı hatırlattı
bana.
Eveeet sanırım birçok insan San Remo’ya burası için geliyor; kumarhane, gerçekten çok
lüks , gösterişli ve oldukça eski bir
bina.
San Remo’yla ilgili en son öğrendiğim bizleri ilgilendiren
bir bilgiydi. 1. Dünya Savaşı sonrası 19 Nisan 1920 de Osmanlı Devletinin
topraklarının durumunu belirlemek için San Remo’da bir konferans toplandı. 26 Nisana kadar süren görüşmeler sonunda Sevr
Antlaşmasının şartlarını hazırlayan kararlar alınıp son biçimi verildi.
Veee San Remo bitti! Personelinin gerçekten çok nazik olan,
kahvaltısının ise biz Türklere hiç uymayan ama balkondaki deniz manzarasının
çok güzel olduğu otelimizdeki kahvaltımızı yaparken önümüze haritayı açtık ve
Monaco! 30km! Hiç düşünmeden arabaya atladık.
Buralarda gezerken
sınır kapılarından geçmeye bir türlü alışamadım. Durdurup pasaport falan
sormuyorlar. Kimsin nerden gelip nereye gidiyorsun gibi sorular olmayınca
garibime gidiyor. Fransa tarafına geçtiğinizde her şey değişiyor, birden temiz
modern bir dünyaya geçiyorsunuz. Daha Monaco’ya girerken bu manzara nefes
kesiciydi.
Ama ben Monaco’yu böyle devasa binalarla hayal etmemiştim.
Evet.. hemen hemen tüm Monaco bu binalardan oluşuyordu.
Zenginlik ve lüks hemen fark ediliyordu. Allahtan yanımızda sandviçlerimiz ve
içeceklerimiz vardı da otopark parasıyla kurtardık. Şansımıza bugün burada 9.
Monaco Grand Prix varmış o nedenle park yeri bulmakta zorlandık çünkü birçok
yol kapatılmıştı ama park yeri açısından oldukça iyi bir yer her yerde otoparklar
var.
Biz grand prix i ancak böyle seyredebildik.
Ben denizi sevdiğim için sahil bana güzel geldi, ama yine az
kum çok taş!
Bu Japon bahçesi çok hoştu. Görülmesi gereken bir yer, küçücük
bir yere birçok güzellik sığdırmışlar.
Monaco’ya gidip Grace Kelly’i anmadan olmaz, ama bence çok
daha güzel bir heykeli yapılabilirdi.
Bu resmi niye çektin diye sormayın.
Üstteki poşetler
köpeklerin pisliklerini toplamak için! Monacolular temizliğe gerçekten önem
veriyorlar ve her yer çok temiz.
Ünlü futbolcuların ayak izlerinden oluşan yaklaşık 500
metrelik bir yoldan yürümek Altar için çok keyifliydi.
Kısıtlı zaman için gittiğimiz yerlerde bu trenleri çok
seviyorum biraz pahalı gibi geliyor ama üçümüz 20 Euro kadar ödedik ama 45
dakikada çok güzel bir şehir turu yaptık. Üstelik kulaklıklardan gezdiğimiz
yerlerle ilgili bilgiler alarak.
Vee müthiş Nice sahiliyle kapanış. Gece 11 de evde
olduğumuzda yorgunluğumuzu tahmin edebilirsiniz ama hani derler ya tatlı bir
yorgunluk diye gerçekten öyleydi.
Bizler de sizin sayesinde ( yarım ağız derler ya ) yarım gezi diyeyim ben de. :) Yarı gezgin olduk mu ne :)
YanıtlaSilMine selamlar. Yekta