BARSELONA (I)
Mine Kayam
Gezilip hayran olunacak şehir; BARSELONA
Ağustos ayının başında Türkiye’de olmanın
heyecanını yaşarken, Yıldırım “Barselona’ya bilet aldım” dediğinde “Aaa.. iyi
olmuş” dedim. Sanırım Türkiye’de olmanın yoğunluğundan nereye gideceğimizi pek iyi
kavrayamamışım. Biraz zaman geçince “Bir dakika ya biz Barselona’ya mı
gidiyoruz? Ama bu harika ya!” dedim geç fark ettim nereye gittiğimizi, hem
de Burcularla gidiyoruz. Bu tür gezilerde arkadaşlarla olmayı seviyorum, daha eğlenceli oluyor. Beyler erken davranarak biletleri 20 Euro gibi gerçekten
ucuz bir fiyata almışlardı.
Eh, bize de bir iki hafta
önceden araştırma yapmak düşüyordu. Üç gece kalacaktık ama tam iki günümüz
vardı ve bunu en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekiyordu. Burcu’yla beraber
çift koldan epeyce bilgi topladıktan sonra otelleri ayarladık (neyse ki oteller
beyler tarafından beğenildi). Booking.com’u seviyorum yorumları her zaman
doğru çıkıyor, beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı.
Gelelim Barselona’ya;
Barselona İspanyanın ikinci büyük kenti ve şehir planı inanılmaz düzenli. Araştırmalarımı yaparken öğrendim, kentsel dönüşümün en güzel örneğiymiş, önce yürüme alanları meydanlar planlanmış sonra yıkım başlamış. Gitmeden önce şehir planı ararken bulduğum bu fotoğraf ne demek istediğimi çok güzel anlatıyor.
Barselona İspanyanın ikinci büyük kenti ve şehir planı inanılmaz düzenli. Araştırmalarımı yaparken öğrendim, kentsel dönüşümün en güzel örneğiymiş, önce yürüme alanları meydanlar planlanmış sonra yıkım başlamış. Gitmeden önce şehir planı ararken bulduğum bu fotoğraf ne demek istediğimi çok güzel anlatıyor.
Kentte yürüyüş çok rahat, bütün
sokaklar birbirini kesiyor, eğer doğruysa bu dönüşümden sonra esnafın satışları
artmış ve en önemlisi tarihi alanlar bozulmamış, tam tersi daha çok ön plana
çıkmış. Barselona, İspanyanın önemli bir liman kenti ve ticaret merkezi, tabi
ki önemli gelir kaynaklarından birisi de turizm.
Uçaktan iner inmez bindiğimiz
takside buradaki halka İspanyol değil Katalan dememiz gerektiğini anlıyoruz. Zaten
bir süre sonra her yerde “Catalonia” yazdığını görüyoruz, hemen hemen hiçbir
yerde İspanya yazısı yoktu. İlk rehberimiz taksi şoförümüzdü ve bize
havaalanından çıkar çıkmaz çevremizdeki yerleri anlatmaya başladı. İlk
gördüklerimiz iki tane bira fabrikasıydı. Bunlar, bölgenin en büyük bira fabrikalarıymış.
Limanda çok büyük iki yolcu gemisi vardı, bir gemide toplam 8 bin kişi varmış; 2 bin personel 6 bin yolcu, İspanyaya gelen turist sayısını siz düşünün!.. Rakamları doğru mu anladım diye iki kere tekrarlattım. Bu arada şoförümüz bize hemen futbolcu Messi ile çektirdiği fotoğrafı gösterdi. Ünlü futbolcu arabasına yolcu olarak binmiş, “Messi arkada oturdu” deyince Altar neredeyse koltuğu alıp götürecekti, çocuğu arabadan zor indirdik. Konuşkan şoförümüz sayesinde otele nasıl geldiğimizi anlamadık. Bu arada hava alanından şehre otobüsler de var ama oldukça uzun sürüyor, biz o nedenle biraz fazla para verelim ama zamandan kazanalım dedik. Taksiler üç tarife, zaten taksinin üzerinde yazıyor. Yeşil yanıyorsa “boş” anlamına geliyor. Üzerlerinde 1, 2, 3 rakamları yazıyor ki bunlar tarife numaraları; “1” en ucuzu normal gündüz, akşam “2”, tatil günleri ve gece yirmidörtten sonra da “3”. Taksi için detaylı bilgiyi bu linkten bulabilirsiniz, bana hesaplaması çok karışık geldi.
Limanda çok büyük iki yolcu gemisi vardı, bir gemide toplam 8 bin kişi varmış; 2 bin personel 6 bin yolcu, İspanyaya gelen turist sayısını siz düşünün!.. Rakamları doğru mu anladım diye iki kere tekrarlattım. Bu arada şoförümüz bize hemen futbolcu Messi ile çektirdiği fotoğrafı gösterdi. Ünlü futbolcu arabasına yolcu olarak binmiş, “Messi arkada oturdu” deyince Altar neredeyse koltuğu alıp götürecekti, çocuğu arabadan zor indirdik. Konuşkan şoförümüz sayesinde otele nasıl geldiğimizi anlamadık. Bu arada hava alanından şehre otobüsler de var ama oldukça uzun sürüyor, biz o nedenle biraz fazla para verelim ama zamandan kazanalım dedik. Taksiler üç tarife, zaten taksinin üzerinde yazıyor. Yeşil yanıyorsa “boş” anlamına geliyor. Üzerlerinde 1, 2, 3 rakamları yazıyor ki bunlar tarife numaraları; “1” en ucuzu normal gündüz, akşam “2”, tatil günleri ve gece yirmidörtten sonra da “3”. Taksi için detaylı bilgiyi bu linkten bulabilirsiniz, bana hesaplaması çok karışık geldi.
Taksiden gördüğüm bu bina Barselona’daki
en lüks otelmiş beş yıldızlı, satılık olan yerler ise, eğer şoförümüz doğru
söylüyorsa, 3 milyon Euro gibi rakamlarmış.
Valizleri otele atıp hemen
elimizi yüzümüzü yıkayıp sokağa çıktık, saat akşam altı olmuştu ve bizim her
dakikayı değerlendirmemiz gerekiyordu. Otelimiz merkezi yerlere yakındı, o
nedenle ilk akşamı yürüyüşle değerlendirdik. Buranın yaşadığımız İtalya’dan farkı, hayat gece devam etmesi ve her yerin inanılmaz bir canlılıkla cıvıl cıvıl olmasıydı. Biz daha ilk
dakikalardan itibaren “harika!..” demeye başladık.
Biz tam da saatlerin geri
alındığı gün gitmiştik, o nedenle hava çabuk karardı, ama bu resimde de gördüğünüz
gibi herkes sokaklardaydı ve hava da sadece bir hırkayla yürüyecek kadar güzeldi.
Sokaklar restoran dolu ve hepsi sizi çağırıyor. İlk anda biraz bocaladık, ama
sonra bir yer bulup yemeğimizi yedik. İlk akşamın şaşkınlığını yürüyerek attık ve yolun sonunda tarihi Sant Pau hastanesine
ulaştık.
Burası dünya mirasları listesine
girmiş modern sanatın örneklerinden ‘Sant
Pau’ hastanesi. Hastanenin içini gezemeyeceğim diye üzülmüştüm, ama
kapıdaki yazıda büyük bir kısmının yenileme çalışmaları nedeniyle kapalı
olduğunu okuyunca, ne yalan söyleyeyim biraz sevindim. Hastane 2009 yılına
kadar faalmiş, bence gece bile çok güzel görünüyordu. Ertesi gün uzun bir gün
olacaktı, o nedenle otele dönüp dinlenmemiz gerekiyordu. Ben pek dönmek
istemedim, ama gezeceğimiz yerleri düşünüce kabul ettim.
Barselona’da gezilecek yerler
gerçekten çok fazla, o nedenle çok iyi planlama yapmak gerekiyor. Kişisel
olarak tavsiyem, alabileceğiniz biletlerin hepsini internetten
alın. Artık müze türü yerlerin hemen
hepsine internetten bilet alabiliyorsunuz, hatta bazılarında çıktı almanıza bile
gerek yok. Eğer telefonunuz “akıllı”
dediklerinden ise ilgili karekodu telefonunuzdan da okutabiliyorsunuz.
Bu geziyi ‘biz nasıl gezdiysek’ öyle anlatmaya karar verdim, biraz uzun oldu ancak
gezimizin her dakikasını size yansıtmaya çalıştım. Akşamki turdan sonra otele döndüğümüzde,
sabah ilk olarak otele çok yakın olduğu için “Sagrada Famiglia”yı gezmeye karar verdik. Üstelik çok merkezi bir
yerde ve daha sonraki turumuz için güzel
bir başlangıç noktası. Biletlerimizi internetten almıştık ve o nedenle rahattık.
Daha sonra da benim çok sevdiğim turistik “hop on - hop off” otobüslerine
binmeye karar verdik. Üçümüz için iki günlük bilet 90 Euro tuttu. Bu fiyat ilk
anda pahalı gibi gelebilir, ama yabancı olduğunuz bir yerde çok rahatlık
sağlıyor. Hangi metroya, kaç numaralı otobüse bineceğim diye düşünmüyorsunuz.
Durakları da çok güzel ayarlamışlar, sizi neredeyse gideceğiniz yerin tam
önünde indiriyorlar. Dolaşırken açıklamaları, kulaklıktan kapalı devre radyo
yayınından dinlemek ve not almak da ayrıca çok faydalı oluyor. Ayrıca bir de,
bize bazı müzeler, restoranlar ve benzeri yerler için indirim koçanı verdiler, birçoğunu
kullandık. Ben hesapladım üçümüze yaklaşık 20-25 Euro indirim olmuş.
‘Sagrada Familia’, Barselona’nın en ünlü ki bence bu ünü fazlasıyla hak
ediyor, bazilikası. Mimarı ise Antoni Gaudi. Burayı gezmeden önce mutlaka Gaudi
hakkında bilgi edinilmesi gerekiyor. Rehberli turlar vardı ama maalesef
İngilizce olan gruplar o gün için dolmuştu, bu nedenle ona bilet alamamıştım. Açıkçası,
‘aman canım ben hallederim’ dedim ama her sütun, her heykel, her taş bir anlam
ifade ediyor. Ben orada sabahtan akşama kadar kalabilirdim. Gaudi tanınmadan eserlerinin
anlaşılması zor.
Tam adı Antoni Gaudi i Cornet.
1852 yılında doğmuş. Çocukluğu hep ormanda, ağaçlar, bitkiler, hayvanlar
arasında geçmiş. Müthiş bir gözlemci, hatta bu konuyu biraz abartmış bile, bazı
hayvanları eve getirip iskeletlerini çıkarıp incelermiş. Tüm eserlerinde
bunların etkilerini görebilirsiniz.
Balıklar, kertenkeleler, ağaçlar onu en çok etkileyen şeyler.
Üniversiteden mezun olurken
hocası, “Bir dâhiyi mi yoksa bir deliyi mi mezun ediyorum bilemedim.” demiş. Mezuniyetinin hemen ardından İspanya’nın zengin ailelerinden Güell ailesiyle çok sıkı dost
olmuş ve onlara yaptığı evler, parklar ile dehasını ortaya koymuş. En ünlü
eseri Sagrada Familia’nın;kutsal aile, kimi
kaynaklarda “bitmeyen kilise” olarak geçiyor. Mimar bu bazilikanın yapımını
1883 yılında üstlenmiş ve inşaat hala devam ediyor. Ben hemen “Ama nasıl bitiriyorlar? O ölmüş!...”
diyemeden, bitmesi için gereken tüm planları hazırlayıp bıraktığını
öğreniyorum. Bu bazilikanın bitmemesi o kadar abartılmış ki birtakım insanlar
bittiğinde dünyanın sonunun geleceğini bile söylemeye başlamışlar. Binanın
yapımını üstlendikten bir süre sonra evini de buraya taşımış ve kendini tamamen
dine vermiş, neredeyse tüm vaktini burada geçiriyormuş. Böyle birisinin ölümü de bana çok trajik
geldi; bir gün dışarı çıktığında yoldan geçen bir araç kendisine çarpıyor,
giydiği salaş kıyafetlerden polis onu tanımıyor ve kimsesiz olduğu düşünülerek Kızılhaç
hastanesine kaldırılıyor. İki-üç gün sonra kimliği anlaşılıyor, hastaneye gelen
zengin dostları onu özel hastaneye kaldırmak istediklerinde ise bunu kabul
etmiyor ve 72 yaşında orada ölüyor.
Bu bazilikanın dışarıdan görünümü,
inşaat vinçleri görüntüyü bozsa da muhteşem görünüyor. Henüz sekiz tanesi bitirilebilen kulelerin tamamı on sekiz adetmiş.
Girer
girmez bu görüntü sizi şaşırtıyor. Dört farklı sütün grubu var; kalınlıkları,
yükseklikleri, dış şekilleri farklı ve hepsi bir araya geldiğinde böyle
haşmetli bir orman görüntüsü veriyor.
Vitrayların amacı hem de gün
ışığında faydalanmak hem de dua etmek için uygun bir ortam sağlamak.
Gaudi en büyük eseri olan Sagrada
Familia’nın altındaki özel yere gömülmüş.
Bizim gezdiğimiz, fotoğraf çektirdiğimiz
bina orijinal ama için tamamen yenilenmiş. Bu fotoğraf ise o zamanki okul ve
çocuklar.
Yine aynı bahçe içinde Gaudi’nin
eserleri hakkında bilgi veren, eserlerin maketlerinin olduğu bir müze var.
Bu önünde durduğum yer
bazilikanın kapılarından birisinin aslına yakın büyüklükteki fotoğrafı. Çalışmalardan dolayı orijinal kapıyı göremedik
ama fotoğraf çektirdim. Bu bronz kapının
özelliği, üzerinde Hz. İsa’nın öğrettiği bir dua olan “Paternoster”in Katalancasının bulunmasıdır. Tamamı kabartma olan bu yazının çevresinde
ise tam elli dilde, “günlük ekmeğimizi bize
ver” duası yazılmış.
Sagrada Familia’dan sonra sevgili
otobüsümüze bindik. İkinci durağımız Park Güell.
Park, Barselona’yı gören yüksek
bir yere kurulmuş o nedenle yokuşlu bir yolu var. Burası Güell ailesine ait bir
yermiş. Aile 60 evlik bir site kurmaya karar vermiş ancak ulaşım
zorluğundan dolayı sadece iki evi satabilmiş. Dolayısıyla projeden
vazgeçilmiş. Böylece Güell ailesi en büyük özel bahçeye sahip olmuş. 1918
yılında babaları ölünce, çocukları burayı belediyeye hibe etmiş. Evleri
devlet okuluna dönüştürülmüş, 1926’da ise bahçe de halka açık bir park olmuş ve
1984 yılında da dünya mirasları listesine girmiş.
Parkın girişinde sizi bu bina
karşılıyor, tıpkı masallardaki gibi. Park Güell de Gauidi’nin muhteşem
eserlerinden bir tanesi. İnternetten bilet almak için baktığımızda her yarım
saate 400 kişinin girilmesine izin verildiğini gördük “aman canım tabi ki gireriz…” dedik ve hata yaptığımızı anladık. Çünkü
parka giremedik. Bilet kuyruğunu gördüğümüzde gözlerimize inanamadık ve de
öğleden sonra saat dörde kadar tüm yarım saatler dolmuştu. Biz saat yarım
civarı oradaydık kalabalığı siz hesaplayın artık. Yani, buraya da mutlaka
biletlerinizi internetten alıp gidin, çıktı almanıza gerek yok telefondan kod
okutulabiliyor.
Bizde kaderimize razı olup,
ücretsiz girilebilen kısımlarını gezdik, diğer tarafların da çekebildiğimiz kadar
fotoğrafını çektik.
Evet,
burası da bizim bilet alamayıp giremediğimiz kısım, söylediklerine göre bu
banklara oturanlar kalkmak istemiyorlarmış, çok ergonomik ve rahatmış. Zaten
Gaudi için ergonomi olmazsa olmaz.
Burası da yine biletle girilen bir kısım. Bu fotoğraftan çok iyi görünmüyor, yukarıdan aşağıya doğru büyük bir
kertenkele heykeli var.
Park Güell için birçok yerde
giriş ücretsiz bilgisini görebilirsiniz, evet parka girerken ücret
ödemiyorsunuz, çok büyük bir park ama Gaudi’nin eserlerinin olduğu kısma paralı
giriyorsunuz ve sekiz Euro. Bence parkı park yapanda bu kısımlar.
Parkla ilgili bir başka ipucu da
ulaşımla ilgili; metro ile ulaşımı tavsiye etmem çünkü bir kilometreden fazla
yürümeniz gerekiyor. Otobüs daha iyi, ama onda da aklınızda olsun dik bir yokuş
çıkmanız gerekiyor. Turistik gezi otobüsleri en yakın yerde indiriyor, onda
bile on dakikalık bir yokuş çıkıyorsunuz.
Hemen otobüsümüze binip, bir sonraki gezme
durağımız Casa Battlo’da indik.
Yine Gaudi imzalı bir ev. Eve
girerken herkese elektronik rehber veriyorlar çünkü evde her oda, her kapı ve her köşenin bilinmesini istedikleri bir özelliği var. Giriş ücreti yetişkin için 21,5 ve çocuk için 18,5
Euro. Açık olduğu saatler: 09.00 - 21.00 arası. Tur otobüsünün verdiği indirim
çeki ise 3 Euro.
Bu evin özelliği, hiç sert
köşelerin olmaması. Ev için yapılan yorumlardan birinde sanki evin içinde su dalgaları dolaşmış
ve bütün köşeleri yok etmiş diyordu. Evde dolaşırken zaten hep deniz aklınıza
geliyor.
Burası, terasta bir köşe küçük
bir havuzla bahçe havası verilmiş. Gaudi’nin inşaatlarından birine fayans
getiren kamyon, tam geldiğinde devrilmiş ve fayansların neredeyse hepsi
kırılmış, işçiler fayansları geri götürmek istediklerinde, Gaudi işçileri durdurmuş
ve fayansları kullanacağını söylemiş. Tüm kırık fayansları böyle yan yana
yapıştırarak değerlendirmiş ve sonrasında da Barselona’nın simgesi olmuş bu
kırık fayans çalışmaları.
Evin çatısına baktığınızda
ejderha sırtı şeklinde olduğunu göreceksiniz.
Evden çıktığımızda akşam olmuştu
ama İspanyadayız İtalyada değil. Herkes sokakta. O nedenle meşhur La Rambla;yürüme yolu, caddesine gittik. Burada çok sayıda mağaza ve restoran var.
Bakar mısınız ne kadar hareketli,
ne kadar cıvıl cıvıl bir cadde. Uzun bir cadde, denize kadar yürüyorsunuz ve
yolun sonunda Cristof Colomb’un anıtına geliyorsunuz.
Bu anıttan da Port Vell’e,
limana geçiyorsunuz.
Burası da “Rambla de Mar", Colomb’un anıtından limana giden ahşap bir yolun sonunda alışveriş yerleri ve
restoranlar var.
“Mercat de la Boqueria”, La
Rambla’da yürürken gireceğiniz çok ilginç, çok renkli ve çok değişik tropik
meyvelerin olduğu bir pazar.
Rengârenk bir pazar ben bayıldım,
bizim gibi kuru patlıcanlar, biberler de vardı. La Rambla’da yürürken buraya
mutlaka girin, zaten çok vaktinizi almıyor, gerçekten çok ilginç şeyler
satılıyor.
Eh… pazarı da gezdikten sonra
perişan bir vaziyette otele dönme vakti gelmişti.
İkinci bölüm için tıklayınız lütfen
I am from Barcelona and have really enjoyed that nice set of pictures of my city, though unfortunately I am unable to read the text. Congratulations.
YanıtlaSil