Mine Kayam
Barselona keşfinin ikinci gününde biraz daha erken saatte, gezi otobüsüyle tura başladık.
Fazıl Say konser afişine bayıldım, milliyetçilik duygularım kabardı ve hemen belgeledim. Oğlunuz spor delisi olunca
Barselona’ya gelip “Camp Nou” (NouCamp Stadyumu) görülmeden olmuyor maalesef.
Ben bilet parasının; yetişkin 23 çocuk ise 17 Euro olduğunu görünce “Hayırrr…” diye
biraz tepindim, neyse sonunda sadece mağaza ve bahçe kısmında şöyle kısa bir
dolaşmaya Altar beyi ikna ettik.
İtiraf etmeliyim çok güzel bir
mağaza hazırlamışlar, ben bile çıkmak istemedim. Buraya kadar gelip de
Barselona forması almadan olur mu? Olmaz tabi, mağazadaki formalar takım olarak
yaklaşık 150 Euro tutuyordu ama biz başka bir yerden 45 Euroya hallettik. Bu
arada yeri gelmişken hemen bir tavsiye daha, çok fazla hediyelik eşya dükkânları
var ve gerçekten almak isteyeceğiniz hoş şeyler var. Pazarlık edin, işe yarıyor
hem de ciddi ciddi edin.
Barselona sokaklarında yürürken
bu tarz canlı heykellere oldukça sık rastlayabilirsiniz. En ilgimi çeken bu heykel oldu.
Sonraki durağımız ‘Casa Mila’
diğer adıyla ‘La Pedrera’;yine enteresan bir Gaudi çalışması. Bu, Casa Mila’nın maketi.
Oldukça büyük bir apartman, ayrıca hala apartmanda oturan aileler var, onları
rahatsız etmeyin diye uyarıyorlar. Binanın çatısına asansörle çıkıp oradan aşağı
inerek gezmeye başlıyorsunuz.
Burada çatıyı tüm olarak görüntülemeye
çalıştım. Bu gördükleriniz bacalar, dikkatli baktığınızda insan yüzüne
benzediğini göreceksiniz, öndeki yeşil olanda da kırık şampanya şişelerini
kullanmış.
Gaudinin kendine özgü bacaları.
Gaudi, binaların çifte korunmaya
ihtiyacı olduğunu düşünürmüş, yani çatı katı şapkaysa, çatı da onu koruyan
şemsiye.
Burası çatı katı, alttaki resimdeki piton yılanının omurgası ile çatı arasındaki benzerlik son derece net bir biçimde görülüyor.
Apartmanın bir katını da o
zamanki eşyalarla döşeyip halka açmışlar. Bir saat diye girdiğim evden, üç saat
sonunda Altar’ın bağırmaları ve Yıldırım’ın yeter artık sızlanmaları sonucu
çıkmak zorunda kaldım.
Artık ‘tapas’ ve ‘paella’ yeme zamanı gelmişti. Barselona’ya gelip de İspanya’nın yemeklerini tatmadan olmazdı. İndirim kuponumuzun olduğu bir yere girdik ve çok memnun kaldık.
Fiyatlar fena değildi.
‘Tapas’ dedikleri ise küçük küçük porsiyonlar ya da küçük ekmek
dilimleri üzerinde farklı meze türü yemekler.
Bunlarda
tapas örnekleri, açıkçası bana çok cazip gelmedi, daha doğrusu çok farklı
değişik bir tat değil, ama paella yı beğendim
Burası ‘Placa Espanya’, arkamdaki alışveriş
merkezinin adı ise ‘Arena’, çok büyük
ve güzel bir alışveriş merkezi. Eskiden 14 bin kişilik boğa güreşi arenası
olarak kullanılıyormuş, ama güreşler yasaklandıktan sonra bir süre
kullanılmamış ve 2011 yılında alışveriş merkezi olarak hizmet vermeye
başlamış. Önündeki asansörle çatısına çıkıp, Barselona’ya tepeden bakabilirsiniz.
Çıkış 1 Euro, ama alışveriş merkezinin içinden de çıkabiliyorsunuz. Dışındaki
bu tarihi görünüm, içeri girince tamamen modern bir alışveriş merkezine
dönüşüyor. İyi mi? kötü mü? karar veremedim. Aşağıdaki linkte Arena’yla ilgili çok detaylı
bilgiye ulaşabileceğiniz bir mimarlık sitesinden yararlanabilirsiniz.
Burası eski bir saray, şu anda müze
olarak hizmet veriyor; Museu Nacional
d'Art de Catalunya. Gezmeye fırsatımız olmadı ama dışarıdan seyretmek bile
bana büyük keyif verdi.
Bir sonraki durağımız küçük bir
İspanyol köyü, ‘Poble Espanyol’,
okuduğum bilgilerde; “sokaklarında
dolaşmak çok güzel, alışveriş yapıp güzel hediyelik eşyalar alabilirsiniz,
mutlaka gidin” diyordu, ama girişin ücretli olduğu hiçbir yerde yazmıyordu.
Hem de 12 Euro. Kapıdaki bayana “içeride neler var?” dedim, o da “sadece el işi dükkânları ve restoranlar var…”
dedi, yani para harcamak için para ödeyecektik, bize çok anlamsız geldi ve
girmedik. Çok şey kaçırdık mı bilemiyorum.
Burası ise, olimpiyatlarda
kullanılan stadyum.
Akşam olmuştu, günü bitirdik, ama
benim bitirmeye hiç niyetim yoktu. Buraya kadar gelip de her ne kadar asıl yeri
‘Sevilla’ da deseler, “ben bir Flamenko
dans gösterisi seyretmeden gitmem” dedim. Burcu da bana katılınca, sevgili
Yusuf çocuklarla kaldı, biz de akşam gösteriye gittik. Kesinlikle tavsiye
ederim. ‘Las Torontos’, Barselona’da
kurulmuş en eski Flamenko kulübüymüş. Ücret 10 Euro, çok makul,
indirim kuponuyla 7 Euro’ya geliyor, ancak içki dahil değil. Gösteri 30 dakika
sürüyor, gerçekten harika bir performanstı. Her gece üç seans oluyormuş; 20.30
- 21.30 ve 22.30. Detaylı bilgiyi web sitesinden de bulabilir, hatta biletinizi
bile alabilirsiniz. Biz turist sezonu olmadığı ve de hafta içi olduğundan
dolayı biletimizi gittiğimizde aldık, ama aklınızda olsun, öncelik bilet
alanlarda veya yer ayırtanlarda, yer kalırsa kapıdakileri de alıyorlar.
Otele dönerken bu içki dükkanını
gördük fıçılarda çeşitli içkiler vardı ve litreyle satılıyordu. İspanyolların
meşhur içkisi Sangria almadan olmaz
dedik ve bir litre aldık. Sangria meyve ağırlıklı bir içki, ama servisi çok hoş,
iyice soğutulmuş olması gerekiyor, içine çeşitli meyveleri dilimliyorsunuz ve
sürahide servis ediliyor.
Biz bunu yapamadığımız için resmi
internetten almak zorunda kaldım.
Çok yoğun bir iki gün geçirdik
ama değdi doğrusu. Barselona gerçekten görülmesi gereken birçok yönden hayran
kaldığım bir şehir.
Son bir tavsiye: bunu Yıldırım
her geziye çıkışımızda bana ve arkadaşlarımıza söyler, “geziye giderken planladığınız kıyafetin yarısını paranın iki katını
alın”.
İlk bölümde de ilginizi çekecek paylaşımlar var gibime geliyor.
Hoşçakalın!
İlk bölümde de ilginizi çekecek paylaşımlar var gibime geliyor.
Hoşçakalın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder