Cittaslow unvanlı Gökçeada'ya
gidiyoruz. Sanırım en son gidişimin üzerinden yedi sekiz yıl geçti. Şen
kampingde, babalar ve çocukları kampına cebren ve hile ile dahil
olmuş, hayatımın ilk çadır tatili deneyimi yaşamıştım. Hiç bir kaygı yoktu
keyiften gayrı.. Sabah mayonu giyiyorsun akşam pijamanı. Aydıncık
koyunun pırıl pırıl denizi ve güneşi altında bir hafta geçirmiş, denizin soğuk
suyu içimizi ürpertse de keyif almamıza engel olamamıştı.
18 Nisan
Cuma 2014 günü Eceabat-Kabatepe'den saat 10:00 da kalkan feribota
yetiştik. Bu yıl kurak geçti ama birileri gezip tozmama kızıyor olmalı ki gezilerimin
çoğu yağmurda gerçekleşti. Yağışın şiddetinden önümüzü görmüyoruz. Neyse ki yağmur kesildi ve yaklaşık iki saat süren bir yolculuk sonrası çorak tepelerle çevrili
kuzu limanına ulaştık.
Limandan on dakika kadar uzakta, merkezdeki Özbek otele
yerleştik. Açlık tavan yapmıştı ilçe merkezindeki bir restoranda yemeğimizi
yedik. Eti güzel demişlerdi ama olağanüstü bir lezzetle karşılaşmadık. Belki de
beklentiye girdiğimizdendir. Efi Badem'de çay içip meşhur kurabiyelerinden
yedik.
Meydandaki küçük parka Atatürk’ün hiçbir yerde görülmemiş melon şapkalı
heykeli yerleştirilmiş.
Mahalle aralarında dolaşıp minicik ada-ilçe merkezini
iyice tanıdıktan sonra Kaleköy yoluna saptık. Önceki gelişimde tanışmadığım
Kaleköy taş evleri ve kilisesiyle adanın en güzel köyüymüş. Nasıl olmuşta ıskalamışım bilemedim. Köyde bir çok küçük otel ve pansiyon var.
Fotoğraf çektirmek için hazırlanan panolara gösterdiğimiz ilgiyi belgeleyip
koca çınarın altında şımarıklıklar yaptıktan sonra
Zeytinliköy'de kahve içmeye diye onca
yol gitmemize rağmen henüz ne merhum Karatay amcanın ne de Madam'ın kahve
evinin açılmadığı sürpriziyle karşılaştık.
Ne yapalım biz de Tepeköy'e gider
orada içeriz kahvemizi. Feribotta köyün asıl yerlileri, Rum ailelerin paskalya nedeniyle köylerine geldiklerini görmüştük. Sayıca fazla değillerdi bu nedenle olsa gerek Tepeköy'deki kafeler de kapalıydı. Kısacası kahve içemedik.
Yıkıntı haline gelmiş köy okulunun önünden geçtik.
Yol bizi
Türkiye'nin vaktinde en büyük köyü olan ve yaşanan yoğun göç nedeniyle sonradan
yerleştirilen bir kaç aile dışında sakini olmayan asil Dereköy'e götürdü.
Köyden sahile doğru indiğimizde rüzgarı bitmeyen adanın virajlı
yollarında midelerimiz isyan etti. Mecburen döndük. Ev yemekleri yapan
bir restoranda yemeğimizi yiyip yıldızları seyrederek otelimize döndük.
Yaşadığımız yerlerde hiç yıldız görmediğimiz için ada merkezinden gördüğümüz
yıldızlar bile bizi cezbetti. Bir de sahilde, kamp alanında, ışıksız ortamda
olduğunuzu düşünün. Sabah tadilat nedeniyle otel dışındaki bir kafede
yaptığımız sıradan kahvaltının ardından yerleşik bir ada gönüllüsünün yapımı
devam eden bahçesi ve şarap tadım evine gittik. Gerçekten çok emek verilmiş bir
proje. Hayran olduk. Dün dönmek zorunda kaldığımız için göremediğimiz Şirinköy'e gidip yarı açık cezaevinin terkedilmiş ve
yıkılmaya durmuş binalarının arasından geçtik. Şirinköy, zorunlu iskan
politikaları sonucu Bulgaristan göçmenleri için yapılmış, tek tip deprem
konutları gibi sıra sıra evlerden oluşmuş suni bir köy. Avlaka burnuna gitmek
istediysek de eski limandan daha ileri gitmeyi gözümüz kesmedi. Turizm atılımı
yapmak iddiasında bulunan adalılar Türkiye'nin en batı ucu, Avlaka burnu
diyerek bir tabela bile koymamışlar. Patika yoldan gidilen burna ikinci
kez gittiğim halde doğru yerde olduğumuzdan kuşku duydum. Hava sert. Dalgalar
kayaları öyle bir dövüyor ki ortalık köpük köpük.
Uygulanan serbest
hayvancılıktan güç alan kulakları küpeli keçiler ve onlara arkadaşlık yapan az
sayıdaki koyunlar adanın her yerindeler ve her bulduklarını kemiriyorlar.
Her yer keçi dolu ama sütlerini sağan yokmuş.
Süt ve süt ürünleri tüketme ve alıp eve
götürme beklentimiz de böylece suya düştü. Adanın suyu bol. Büyükçe de bir barajı olmasına rağmen
ciddi bir tarım faaliyeti yok gibi görünüyor. Bir yandan da adada dünyanın
34. ve Türkiye’nin 2. Yeryüzü Pazarı (Earth Market) kurulduğuna dair tabelalar
gördük. Fesatlanmaya gerek yok belki biz anlayamamışızdır.
Adada bir
çok kişiyle sohbet ettik ancak ne tuhaftır ki Rumların adadan göçüne ve zorunlu
iskan politikalarına ilişkin hiç bir kimseden tek bir sözcük bile duymadık.
Döndüğümde belediye ve kaymakamlığın web sitelerine baktığımda da suya sabuna
dokunulmadığını gördüm. Bu gizemin sebebini keşfedemedim. Araştırdığımda bu
konuya ilişkin çok sayıda dokümana ulaşmam zor olmadı. Lozan anlaşmasının 14.
maddesine göre Bozcaada ve Gökçeada özel statü verilerek korunmaya alınmış. Ne
yazık ki Türkiye verdiği bu sözün arkasında durmamış, adaları, özellikle
İmbroz’u hedefe koyarak Türkleştirmek için çaba harcamış. Adaların adı
Tenedos'tan Bozcaadaya, İmbroz'dan Gökçeadaya devşirilmiş. Mübadele kapsamında bulunmayan ada yerlileri kendiliklerinden gitsin diye
zorlu koşullarla yüz yüze bırakılıp göç etmeye zorlanmış. Adayı
Türkleştirme çabaları ile çeşitli zamanlarda Türkiye'nin çeşitli yerlerinden
insanlar getirilip zorunlu iskana tabi tutulmuşlar. Elbette kendilerine tahsis edilecek kamulaştırılmış
tarım arazilerinin konut imarı ve tarıma açılması unutulmamış. Bu noktada birkaç
yıl önce babamdan duyduğum bir anekdotu aktarmak istiyorum. Babamın gençlik
çağlarında, 1940’larda Trabzon Araklı-Sürmene civarındaki ailelere Gökçeada’ya
yerleşmeleri için teklif götürülmüş. Ancak bir çokları teklifi reddetmiş.
Gökçeada’ya bu kadar insan yerleştirilmesine
rağmen köyler pek kalabalık görünmüyor. Doğrusu aklıma devletin sağladığı
olanaklardan yararlanmak için oraya yerleşip sonra da ikinci adres olarak
kullanıldığı fikri geçti. Gökçeada’ya girişte Rumlara uygulanan özel vize
1993 yılında kaldırılınca paskalya bayramı ve 15 Ağustostaki Meryem Ana günü
için memleketlerine gelip vatan toprağıyla hasret gidermeleri daha bir
kolaylaşmış.
Feribotla, günde iki kez, ulaşımın sağlandığı ada her daim rüzgar
içinde. Sohbet ettiğimiz birkaç kişi santral kurulması amacıyla rüzgar
ölçümleri yapıldığını ancak yetersiz rapor edildiğini söylediler. Bu öylesine
akıldan uzak ki komplo teorisi üretmeden duramadım. Ne olduğunu söylemek
istemiyorum. Bütün bu okuduklarınız ışığında her kes kendi teorisini üretsin.
Aydıncık koyundaki tuz gölü yazın başka, baharda başka olanaklar
sunuyor. Buradaki sörf okulu baharın yumuşaklığı ve adanın rüzgarında sörf
olanakları sunuyor. Yazın suyu bir miktar çekilen göl tuz kristalleriyle
ışığını yayarken sörfçüler bu kez denize yollanıyor. Tuz gölünün hemen
yamacındaki çamur deryası bir çok kişinin ilgisini çekiyor. Çamura belenip
kokular içinde dolaşıyor sonra da denizde yıkanıyorlar. Doğrusu ben cesaret
edemem. Bir çok göçmen kuş, özellikle Flamingo, pelikan ve yaban kazları bu
bölgeyi göç yolu konaklaması olarak kullanıyor. Adanın yazısı göç üzerine
kurulmuş gibi.
Adanın her köşesini gezip görmenizi önerirken araçsız gitmemenize
işaret edeyim de her yeri son derece sakin, huzurlu ve gürültüden uzak adanın
sadece merkezine mahkum olmayın. Aksi halde dibek kahve servisleri, taş evleriyle hüzünlü ve
güzel köyleri, sakin ama rüzgarlı tepeleri, yıldız kaplı gökyüzünün altındaki
sahilleri, adları Barba ile devam eden restoranları görmekte sıkıntı
yaşayabilir, adaya gitmenin anlamını ve duygu yükünü hissetmekte zorlanabilirsiniz. Gökçeada ve İstanbul Sabiha Gökçen havaalanı arasında yazın haftada 2 veya 3 sefer uçak seferi olması ulaşımı kolaylaştırıyor.
Cumartesi günü akşamı Kuzu limanından Kabatepe'ye dönüş çok zorlu geçti. Feribot feci salladı ama bir saat sonra o çılgın deniz bir anda yerini kuzu gibi bir denize bıraktı.
Lal la la la lapuppii...
http://www.gmka.org.tr/uploads/downloads/dosya/bolgesel_raporlar/adalar/adalar2012/assets/basic-html/page8.html
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/33/827/10478.pdf
www.gokceada.bel.tr
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/33/827/10478.pdf
www.gokceada.bel.tr
Ayşe çok güzel anlatmışsın ama taş evler yok muydu..rüzgarlı bayırda yaşamak kolay olabilir mi,evler alınabilecek gibi mi vs...
YanıtlaSilben de taş evler ve eski rum evleri bekledim .. yazın kalabalık oluyor mu turistik anlamda acaba. yaşanabilir bir yere benziyor. Bozcaada da şehir merkezinde taş rum evleri vardı. burada yok mu. satılmıyor mu. falan.. filan..
YanıtlaSilM