Ellis adası müzesi ile Özgürlük anıtı ziyareti
birleşik bir operasyon.
Battery parktaki iskeleden hareket eden feribotun yanı başına
kadar metro ulaşımı var. Parkla içli dışlı Clinton kalesinden NY pass
biletlerimizi alıp özgürlük anıtına gittik.
NY’a dönüş yolunda isteyenler Ellis adasında inip müzeyi ve adayı dolaştıktan sonra yine NY feribotuyla Manhattan’a
gidebiliyor. Burada dikkatli olun yanlışlıkla New Jersey feribotuna binmeyin. 1774’te
ticaret yoluyla Samuel Ellis’in eline geçen adada 29 bina varmış.
Gelenlerin
ilk adım attığı ana bina müze olarak düzenlenmiş.
Diğer binalar ve müzenin bazı
bölümleri restorasyonda olduğu için göremedik. Audio Bazı rehber ve panolara
yerleştirilmiş duyargalarla harekete geçen sesli sistem başkaca bir desteğe
gerek bırakmadan öğrenmeye geniş bir pencere açıyor.
Birçok
insan ülkelerindeki savaş, politik gerekçeler, dini baskılar, işsizlik ve
İrlanda’da yaşanan kıtlık nedeniyle açlıktan kaçıp, kimileri ise daha iyi bir
yaşam için 1892’den itibaren büyük guruplar halinde Ellis adasından geçip Amerika
rüyası yaşamaya gelmişler.
Amerikan devriminin ilk 10 yılında her yıl gemilerle
5000 göçmen gelmiş. 1900’lü yılların başında her gün bu sayıda göçmen Amerika’nın
kapısı adaya akın ederken 17 Ağustos 1907 günü sayı 11747 kişi ile rekora
ulaşmış. Söylenene göre toplam 12 milyon kişi bu kapıdan geçmiş. 1897’de yanan
ahşap binanın yerine yangın güvenlikli Fransız-Rönesans tarzı bir bina
yapmışlar. Yeni yaşam kurmaya gelenleri binanın merdivenlerini çıkar çıkmaz
muayene eden doktor uygun bulmadıklarını geri çeviriyormuş. Bu şekilde
parçalanan çok sayıda aile olduğu belirtiliyor. Buradan sonra kayıt odasına
gidebilenler 31 adet soruyla karşılaşıyormuş. Bu da ikinci elemeymiş.
Kayıt
odasında isimleri sorulduğunda kayıt memurunun kulağına giden ses nasılsa
isimleri o şekilde yazılan çok kişi olmuş. Örneğin benim adım Ayşe, o anlıyor
Aşe. Hadi bakalım adın oldu resmen Aşe. Güle güle kullan.
Through Amerika's gate kapalıydı. Sadece kapıdan fotoğraf çekebildik.
Bundan sonra başta NY
olmak üzere gidecekleri bölgelere göre feribotlara binip dağılıyorlarmış. Amerikalıların %40’ından
fazlasının köklerinin izlerini burada sürebileceği belirtilse de kayıt
makineleri arızalı olduğu için kimse bakamıyordu. Müzede çok sayıda fotoğraf, göçmen
kayıt defteri, anı defterleri, sebepler-sonuçlar gibi anlatımlar yeterince ve açık.
Bir de ağaç yapmışlar.
Gelenlerin kendi dillerinden Amerikan
İngilizcesine kattıkları sözcük örneklerinden seçmeler dallara kondurulmuş.
Hemen hemen her dilden var. Türk göçmen yok sayılacak kadar az olduğundan ve
örnekleme yapıldığından olsa gerek Türkçe sözcük yoktu.
1955-1890
arası Clinton kalesi göçmen karşılama bürosu ve deposuyken, sonrasında Battery
parktaki Barge bürosu görevi devralmış. 1892’de Ellis adasına taşınan göçmen
kabul ofisi 1954’te tamamen kapatılmış. Amerikalılar gerçekten tuhaflar. Müzede
öyle sunum yapmışlar ki olan bitenin sorumlusu sanki onlar değil başkaları..
Mülteci teknelerine gereğinden fazla sayıda insan dolduran tüccarlar, ulaşım
bedelini Amerika’daki akrabalarının ödeyeceği vaadiyle gelip akrabalarını
ve parayı bulamayanları esir olarak pazarlamışlar. İnsan ticareti yapan bu
kişiler insanlık dışı koşullarda getirdikleri esirleri bir iki hafta besler, satıştan
bir kaç gün önce vücutlarını güzel görünsün diye yağlarlarmış. Bunları ben
söylemiyorum. Müzede öğrendim. 1900’lü yıllarda yapılan hastane binası zamanının
ilk ve en büyük halk sağlığı merkeziymiş. 1.2 milyon göçmen burada tedavi
olmuş. 350 bebek dünyaya gelmiş.
Dönüş
yolunda, adadan New York ve New Jersey’e sürekli sefer yapan feribotlarda,
gidişte açık alana çıkıp fotoğraf çekmek için itiş kakış yapanların biz dahil
hepsi enerjisi tükenmiş bir şekilde sefil fareler gibi yerlere oturmuş ya da
son enerji kırıntılarıyla ayakta Manhattan’a ulaşmanın derdindeydik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder