16 Şubat 2011 Çarşamba

DEMİR ASA DEMİR ÇARIK

DEMİR ASA DEMİR ÇARIK


Demir asa demir çarık değilse de benzeri. İstanbul gezilerini genellikle Ülkü ile yapıyoruz. Sırt çantamız ve birer şişe suyumuz yol arkadaşlığı yapıyorlar bize. Tarihi mekanları geziyor, olabildiğince bilgilenmeye çalışıyoruz. Bu kez gezi öznesi VEFA oldu. Çok ta iyi seçimmiş diye düşündük. Kasımpaşa arkalarından dolanarak, Atatürk köprüsünden ve tarihi su kemerlerinin altından geçtikten sonra ilk göbekten sol aşağıya dönüp ilk sağdaki aralığa girdiğinizde tarihi Vefa bozacısı karşılıyor konukları. Hemen heyecana kapılıp boza içmek belki de yemek istedik. Vefa'nın tarihi( Vefa'da tarihi olmayan hiçbir şey yok. Bu nedenle artık bu sözcüğünü kullanmayabilirim. Kullansamda kullanmasamda siz onun tarihi olduğunu bilirsiniz değil mi?)pilavcısı kabaran iştahımızı sindirmek için hazırda bekliyordu. Kırmadık kendisini. Aslında el arabalarında seyyar olarak satılan bu tür pilav ve pilavcıları görürdüm ama hiç denememiştim. Bu ilk olacaktı. Benim için olduğu gibi Ülkü için de ilkti. Nohutlu pilavı tıpkı seyyar arabalarda olduğu gibi cam bir bölmeye yığmışlar. İsteyene tavuk etli isteyene sade. Orta yaşlı bir bey nohutlu bol istedi. Ben her türlü gezide hemen ve çılgınlar gibi acıktığım için etli istedim. Acıkınca dünyayı yiyebileceğimi sanıyorum.
Çok lezzetliydi. Açlıktan mı acaba diye de düşündüm.

Vefa pilavcısında denetimden geçen usta ve denetçi
Pilavcıdan çıkışta çok eski, Osmanlıdan kalma olduğu anlaşılan bir yapı gördük. Kocaman kapısı ve azametiyle orada dikilmiş duruyordu ama sanki biraz da elimden tutun diyordu. Oradan geçen otuzlu yaşlarda bir hanım "Eskiden kütüphaneydi. Hep giderdik"dedi. Kapısı ya da herhangi başka bir yerinde yazı vs. göremedik. Sürekli olarak sorumlu birileri aynı binada lojman olarak tahsis edilen kısmında kalıyormuş. Kapılarını çaldık açtılar. Ev hali bile denmeyecekbir kılıkla. Kütüphaneyi ziyaret için uygun gün değilmiş. O gün kapalıymış. Bana sorarsanız hep kapalı çünkü kütüphane olduğuna ilişkin hiçbir yazı göremedik. Kimbilir belki de biz görememişizdir. Oradaki çeşitli köşeleri inceledikten sonra Vefa lisesine girdik. Biraz bakımsız kalmış. Müzeleri varmış( kapısında müze yazıyor). Öğrenciler bizi yönlendirdiler ama kapısı kilitli ve etrafı çöplerle bezeli. Biz de girişteki görevlinin yardımı ile okul girişindeki müze benzeri salonu dolaştık. Böylesi köklü bir okulun herşeyi muhteşem olmalı. Yine de orada olduğumuz için mutlu olduk. Okul ziyareti sonrası köşedeki seyyar satıcı delikanlı ile ayaküstü sohbetin ardından Vefa Bozacısına girdik. Birer bardak boza'nın keyfine vardık. Şehzadebaşından yukarı Süleymaniye külliyesine doğru yola koyulduk. Oldukça gösterişli bir yapı. Üstelik 1980 yılında UNESCO dünya mirası listesine alınmış. Restorasyon bitmek üzere.

 Süleymaniye Camisini şöylece bir dolaştık. Kadınlara ayrılmış ibadet etme bölümü diğer camilerde de olduğu gibi hem küçük hem de ikinci katta.
Cami çıkışında Süleymaniye kütüphanesine girdik. Çekinerek girdiğimiz kütüphanenin içi son derece huzurlu. Ortada şipşirin bir bahçenin etrafında dizilmiş küçük küçük odalarda memurlar çalışıyor.  Çok hoşumuza gitti. Adını bilemediğim bir bey hemen el yazması koleksiyonunun bulunduğu salonu gezdirmek için ilgiliyle temas kurdu. Hemen gidip görülemezmiş. Randevu almak gerekirmiş. Neler var bir görseniz. Gün yüzüne çıkmamış diyebileceğiniz el yazmaları. Tıpkısının aynı kopyalar. Kitab-ı Bahriye'yi bile gördük.

Siz de fotoğrafını görün.
 Süleymaniye çıkışında Yeşne okuldan çıkıp bize yetişmişti. Oda gördü el yazmalarını.
Eve giderken günü öğrenerek geçirmenin keyfini yaşıyorduk.