9 Ocak 2014 Perşembe


FREİBURG
Haziran 2011. Zürih ve Basel'i dolaştıktan sonra dönüş yolunda; Kara ormanların eteğinde, Ren nehrinin suladığı topraklarda, yukarı Ren bölgesinde, yeşilin başkenti Freiburga uğradık. Gördüğünüz gibi Avrupada her şeyin bir başkenti var. Freiburglular 1975 yılında topraklarında yapılmak istenen nükleer santralin kurulumunu  engellemek için hep beraber eylem yapmışlar. Yapılan eylem boşa gitmemiş, isteklerini kabul ettirmişler. 
Coşkun Aral'ın İZ tv için yaptığı Freiburg belgeseli yazısı:
http://www.iztv.com.tr/yazioku.aspx?kat=1&id=78
Şehirde hemen hemen her kapalı alan güneş enerjisi ile ısınıyormuş. Avrupa ve Almanya'nın en büyük güneş enerjisi araştırma enstitüsü Fraunhofer burada, Freiamt kasabasında kurulmuş. Çok popüler olan üniversitesi 1457 yılından beri  varmış. Ne kadar eski. Düşünüyorum da bizim ilk üniversitemiz 19. yüzyılda kurulmuş. 
Şehrin içinde, meydanda, otuz-kırk santim en yirmi santim kadar yükseklikte, Dreisam nehrinden gelen sularla beslenen kanallar var. Kimi yerlerde derinliği artıyormuş. İlk yapılışları yangına karşı korunma amaçlı olarak 13. yüzyıl deniyor. Şehrin dolaşabildiğimiz her yerinde gördüğüm bu kanallardaki berrak suda küçük çocuklar özgürce, ebeveynleri eşliğinde oynuyorlardı.
Nedense fotoğrafını çekmemişim. 
Bu fotoğrafı, açığımı kapatmak için google görsellerden çaldım. Kamu hizmeti için. Başka amaçla değil.

 Eskiden, çok eskiden yol ortasından geçen kanallar trafik sorunlarına yol açmamak için kenarlara taşınmış. Motorlu araçların eski şehir meydanına girmesi yasak. Avrupalılar için yaşam biçimi olan yaya ulaşımını saymazsak şehirde çoğunlukla bisiklet ve tramvayla seyahat ediyorlar. 

Meydan çok kalabalık. Nasıl olmasın. Pazar kurulmuş.
 Katedralin kapısında güçlü kuvvetli Alman köylü kızı olarak pek mutluyum.
Eski şehir meydanındaki katedralde büyük bir dini kutlama töreni yapıyorlardı. Bilmem kimin göreve başlamasının kutlaması yapılıyormuş. Çok kalabalıktı.



 Biraz izledikten sonra çan kulesine çıkmaya karar verdik. Vermez olaydık. Bu kadar korkutucu ve yorucu olacağını düşünmemiştim. 
Yanımda Ziya olmasaydı kalp krizinden beni öldürecek olan çan kulesini tanıyın. Yanından bile geçmeyin. 

Tepeye çıkınca bilet kesiyorlar. Almazsan çanı göremeden aşağı iniyorsun. Buraya kadar ölümüne gelmişim görmeden döner miyim? Bilet kesen görevli genç kadın incecik. Her gün tırmanıyormuş. Sorduğumda vereceği yanıtın asansörle olmasını ummuştum. 
 Çan kulesinin içi ve ince sesleri çıkaran büyük çanın kölesi  küçük çan.

Kulenin penceresinden katedralin çatısı ve şehir hoş görünüyor.
 
Çan kulesinden panoramik görünümü beğeninize sunayım. 

 Katedralin ince işleri.
Ayrılmadan önce bir şeyler yemek için sandviççiye uğruyoruz. Hangisini seçsem şaşırdım. 
Bir reklamda diyorlar ya açken sen, sen değilsin diye.
 İşte o benim.


8 Ocak 2014 Çarşamba

ALSACE ŞARAP ROTASI


Şimdi 8 Haziran 2011de yaptığımız unutulmaz Alsace(Alsas) gezisini yazıyorum.
Alsas, Fransanın kuzey doğu yönünde, Almanya ve İsviçreye komşu, Karaormanlar ve Vosges dağları arasında kalan bir vadi. Mulhouse'daki bir konferans vesile oldu gittik. Alsas'ın güney ucundan kuzeyine kadar dolaştık. Basel ve Zürihide unutmadık. İkisini de pek sevmedim. 
Euroairport
Euroairport Basel-Mulhouse-Freiburg havaalanı off bu kadar uzun isim olur mu hiç? Cık cık cık!Gitmeden önce  bir kapısının İsviçre diğer kapısının Fransa ve Almanyaya açıldığını öğrenmiştim.

Fransa-Almanya çıkışını kullanınca çıkışta, solda, 11 numaralı otobüsle Saint Louis garına kişi başı iki Euroyu şoföre vererek gidiyorsunuz. Alsasdaki herhangi bir yere Saint Louis garından trenle ulaşabilirsiniz. Havaalanının önüne, 11 nolu otobüsün yan durağına gelen başka bir  otobüs koca gövdesiyle Freiburg yolcularını alıyor. İsviçre kapısından çıkınca bir otobüsle Basel'e gidip oradan diğer hedeflere ulaşılıyor.
Otobüs seferleri oldukça sık. Kaçırırım diye endişeye gerek yok. Ama yanıltmış olmayayım Freiburg otobüsü ne sıklıkla geliyor bilemiyorum. 

Küçük yazıları okuyabilirseniz(ben artık okuyamıyorum) oradan getirdiğim harita örneklerinde görüldüğü gibi havaalanı Basel'de, üç ülkenin kavşak noktasında konuşlanmış.
Her yanımızda sınırlar olmasına alışmışız. Hemen dikenli telleri alıp sınır yapasım geldi. Havaalanının yapımı 1930'da planlanmış. İnşaat 1946'da tamamlanmış ve aynı yıl ilk uçuş gerçekleştirilmiş. Havaalanı o zamanlar daha da minikmiş.
Beş kişi olduğumuz için taksiyle hem ekonomik hem de rahat yolculuk yapalım dedik. Mulhouse'daki otelimize çabucak geldik. Bedel olarak ne ödediğimizi anımsamamakla beraber beş kişi bölüşünce önemli bir miktar olmamıştır. 
Alsas'ın kuzeye gidildiğinde aşağı Ren adını alan yukarı Ren bölgesindeyiz. Bize tuhaf gelen yukarı-aşağı nitelemelerinin kuzey-güneyle değil deniz seviyesine olan yükseklikle ilgili olduğuna karar veriyoruz. 

Lak lak Leylek Alsasın figürü 
Mulhouse
 Resid Hotel, Sinne caddesinde bir apart.
 Gardan yürüyerek gelebileceğiniz bir mesafede.
 Çok rahat ettik. Temizdi, benim için en önemli olan kahvaltısı zengindi. Peynirci olduğum için bir kaç çeşit ve lezzetli peynirler servis ettiklerini belirteyim. Kruvasanlar, tahıllar, neyse her şey vardı. Kahvaltısını beğenmeyen olmadı. Otel kapısından sola dönüp tekrar sol yapıp yüz metre kadar devam edince Reunion meydanına geliyoruz. Burası şehrin kalbi. 1859da yapımına başlanan gotik mimari eseri Protestan Saint Etienne kilisesinin merdivenleri gençlerin buluşma noktası olmuş.
Hotel de Ville adı oteli çağrıştırsa da eski belediye binası şimdi tarih müzesi.
Eskisi yangında büyük zarar görünce meydanın en güzel binası 1552'de yeniden yapılmış. Rönesans tarzı yapı protestan burjuvaların ve savaştıkları özgürlüğün simgesi olarak kabul ediliyormuş.
Meydandaki restoranların birinin menüsünü inceledik. Pek bir şey anlamadık ama girip karnımızı doyurduk.
Sanayi şehri olması nedeniyle demir yolu, elektrik ve otomobil müzesinin yanında bir de tekstil baskı müzesi var. Tekstil baskı müzesindeki baskı kalıplarının her biri başlı başına birer sanat eseri. 

Çekmeceler ve raflar dolusu kalıp var.
Altı binden fazla metal ve ahşap baskı kalıbı ve diğer tekstil demirbaşlarıyla alanında dünyadaki en büyük müzeymiş. Müze giydiğimiz elbise kumaşlarının ve kumaşlardaki beğenmediğimiz desenlerin bile ne denli emekle yapıldığını göstermesi bakımından altın tahtta oturtulmalı. Kalıpla değil grafik yoluyla yapıldığını bilsem de artık hiç bir deseni  beğenmemezlik yapmıyorum. Desen oluşturmanın tarihi saygıyı hak ediyor. 
 Müzelerin en sevdiğim bölümleri oyun köşeleri. Burada boş çerçevenin ardına geçip malikanede yaşam süren aile bireyi pozu verdik.
Ziya, 2011'de 150. yılını kutlayan Yukarı Alsas (Ensisa) üniversitesindeki konferansta ter(!) dökerken ben çoklu bilet alıp tramvay ve trenle tüm şehri dolaştım. 
Hatta trenle civardaki yaşam hakkında fikrim olsun diye neredeyse Tann'a kadar gittim. Mulhouseda haftanın bir günü pazar kuruluyormuş. Çok büyükmüş. Pazarlar yerel kültürü anlamanız için önemli araçlarından biridir. Gittim. Sonraları göreceğim diğer Fransa pazarları gibi kök sebze satışları ağırlıkta. Sanırım yerel üretici soğuk iklimde ancak bunları yetiştirebiliyor. Bir de pazarın bir köşesinde kurulmuş daimi ve kapalı şarküteri bölümüne gittim. Hiç hoşuma gitmedi. Zavallı minik tavşanlar bile kasap vitrininde. Kötü kokan et reyonlarından hızlıca uzaklaştım. Pazarın en büyük bölümü giysilere ayrılmış. Herhangi bir şeyi alacak ya da almaya niyet edecek kadar beğenmediğimi söylemem bu bölüm hakkında bir fikir verir sanırım.
Tüm şehir bir günde tavaf edebileceğiniz kadar küçük öyle ki her yere yaya gidilebilir diye bir abartma yapmasam olmaz.

Konferansın gala yemeğini şimdi adını anımsamadığım, elimde herhangi bir bilgi notu da bulunmayan eski bir manastırda yedik. Yaklaşık kırk beş dakika süren bir yolculuktan sonra ulaştığımız manastır ya da belki kilise özel etkinlikler için kullanılabiliyormuş.

 Alsas Şarap Rotası
Araç kiralayıp, gelirken havaalanından broşürlerini aldığım şarap rotasını görme önerim Zürih ve Basel ekleriyle kabul edildi. Esasında şarap rotası pek istenmedi ama bölge gezisi önerisi benden gelince isteksiz de olsa kabul edildi. İyi ki gitmişiz. Basel ve Zürih çok sönük kaldı. 
                                                   
Solda 2011de sağda 2013te gittiğimizde havaalanından aldığım şarap rotası broşürleri. Thann'da başlayıp Vosges dağlarının eteklerinde 170 kilometre uzunluğa ulaşan, Kara Ormanlardan gelen havayı soluyan  şarap rotası Marlenheim'de sona eriyor. 1953'de resmen turistik rota kategorisine alınmış. Nisandan Kasıma kadar elliden fazla şarap festivali-etkinliği ile bölge hep canlı tutuluyor. Bölge şarapçılığının gelişmesi için Seminerler ve akademik çalışmaları ihmal etmiyorlar.
 2 Haziran 2013 te Chatenois ve Bergheim arası tüm gün motorlu araçlara kapatıp beyazlar giyerek günün keyfini çıkarmışlar. Ağustostaki cıvıltılı şarap festivalini kaçırmayın derim. 
Gitmek için olanağı olanlara şiddetle öneriyorum.
Bilgiye hızlı erişim için 
Alsas şarap rotasının resmi web sitesinden aradığınız her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz.
Şöyle bir blog da var. 
  Colmar
Mulhouse'dan çıkıp ana yolu takip ederek Colmara ulaştık. Hedefimiz binden fazla üreticiyi şaraplarını tattırmak için fazla bekletmemek.
Bundan sonra yazacaklarımda abartı olduğunu düşünecekler bir an önce oraları gidip görsün ve benden özür dilesin. En baştan anlaşalım.
Colmar çok sayıda turistin ziyaret ettiği, romantik, süslü evleri ve Küçük Venedik adı verilen Lauch nehriyle başımızı döndürdü. 

 Nehrin suları bulanık ama inanın kesinlikle kokmuyor ve çokkk güzel.
Yorgun turistler için gezinti arabaları. 
Colmar, Fransız ulusal şehirler konseyince kasaba ve köylere, çevre, yaşam koşullarındaki konfor, arazinin değerlendirilmesi gibi kriterlerle verilen çiçek ödülünden en büyük olanıyla, dörtlüsüyle ödüllendirilmiş. 
 Alsas şaraplarının başkenti(kendileri öyle diyorlar) Colmarda çok sayıda Michelin yıldızlı restoran varmış. Biz yemek yemeden kısa şehir turu yapıp kendimizi dağ yollarına vurduk.
İlk olarak İngersheime gittik. Tabelalarını gördüğümüz şarap tadımcılarının birine uğradık. Başka şarapçılara da gittik ama en samimi ortamı burada bulduk.
Thomann ailesinin uzun yıllardır yaptığı şarapları tatmak için konut olarak da kullandıkları şarap evine gittik. Nikola evin oğullarından biri. İyi ki büyük şehirde yaşamıyorum. Burada hayatımdan çok memnunum diye ballandırarak anlattı ve şaraplarını tattırdı. O bizle birlikte tattığı şarapları tükürüyor. Ben öyle yapmadım. Hepsini içtim. Bedava şarap ziyan edilir mi hiç.
 
Epeyce de bilgi aktardı. Örneğin: Burada şaraplar üretildikleri üzümlerin adıyla anılırmış. Riesling, Gewurztraminer, Pinot blanc, Pino Noir bölgenin en ünlü ve lezzetli şaraplarıymış. Eylül sonundan Ekim sonuna kadar üzüm hasadı ile uğraşıp sonra operasyona geçiyorlarmış. Sonbaharın geç hasadından yapılan şaraplar üzümdeki şeker konsantrasyonu arttığı için daha tatlı ve aromatik olurmuş. Hakikaten de öyle. Aldık bir kaç şişe şarap. Bize uçsuz bucaksız gibi görünen bağlarını da gösterdi ama küçük üretici olduklarını söyledi. Büyük üreticilerin bağları nerede başlayıp nerede bitiyordu acaba?
Evlerini beğendik hatta fotoğraf çektirdik.
İngersheim ikili çiçek ödülü alabilmiş.
Rotaya devam etmek üzere köyden ayrılıp devam ettik.
Şarap rotası tabelaları sık sık karşımıza çıktığı için yanlış yollara sapma endişesi olmadan seyahat ettik.
Yol kenarındaki bu evin bahçesi hepimizi cezbetti.
Tam oradan ayrılmak üzereydik ki geçen kamyonun camında dizili oyuncaklara bakakaldık.
 Riquewihr sıradaki ikili çiçek ödüllü bir diğer köy.
 
İlk kuruluşu 8. yüzyıla dayanan Ribeauville dört çiçek sahibi. 
 Şehir ortaçağdan kalan surların içinde yaşamaya devam ediyor.
1481den beri kralların taç giymesini anmak için yapılan Alsasın en eskisi Fiddler festivali her yıl farklı bir ortaçağ teması ile eylülün ilk pazarı kutlanıyormuş.
Unutmadan yazayım. Noel orta çağda nasıl kutlanıyorsa bugünde aynı şekilde kutlanıyormuş. Noel kostümleri, yemekleri, müzik, dans ve yarışma gibi etkinlikler hep ortaçağ temalı imiş. 
Ortaçağ kalelerinin kitaplardan, çizgi romanlardan çıkıp sağa sola serpiştirildiği tepelerin, ortaçağ kalıntısı yarı ahşap evlerin, neşen ile bu kadar güzel olmak zorunda mısın Ribeauville.? Rüyada olabilir miyiz?



 Koca köpek ve küçük arkadaşı.




Burası şarap tattığımız, bir şişecik dahi almadığımız pek alımlı ve çalımlı şarap evi.
Yol boyunca bisikletliler, yaşlı ve gençler kalabalık guruplar halinde Vosges dağlarının eteklerindeki bu üzüm bağlarıyla kaplı köy-kasaba-şehirlerde yaşam enerjisi yüklemesi yapıyorlardı. 
Burada olduğumuz süre boyunca kendimizi bir masalın içinde, Alis harikalar diyarında gibi hissettik. Okuduğum bir iki gezi yazısında da aynı tanımı kullandıklarını gördüm. Hiç mi hiç ayrılmak istemedik ama her noktayı ayrı ayrı yaşayabilmemiz olanaksız. 


Başka köylere de gittik. Hepsi birbirinden alımlı. Kendimizi daha fazla zehirlemenin gereği yok. Hayatın gerçeklerinden kaçmayalım. Nasılsa kürkçü dükkanı gerçeği yüzümüze çarpıp uyandıracak. Tez elden ana yola inip Selestat üzerinden  Strasbourg'a gidelim.
Kısa bir yolculuk sonrası ulaştığımız şehre girip hızlı bir şekilde katedral meydanına geliyoruz. 
Katedralin iç ve dış yüzeyindeki işçilik hakikaten işçilik.
Katedralin içindeki astronomik saat: Farklı dönemlerde yapılmış üç adet saatin üst üste sırayla konumlandığı, güneş ve ayın birbirine göre gerçek konumunda yerleştirildiği, tam ay ve güneş tutulmasının betimlendiği bir saat.
İsa ve havarilerinin figürlerinin yer aldığı saatte öğle vakti tam 12:00 da bir horoz çıkıp üç kez ötüyormuş. Sonraki üç gidişimde de çok istememe rağmen bu anı yakalayamadım.
 Neşeli gençler ve elbette orta yaşlılarda her yere ya tramvay ya da bisikletle gidiyorlar.

İll nehrinin kolları üzerindeki kanallarda bot turu yaparak hızlı bir tanıma yapmaya çalışıyoruz.
Katedral meydanında kahve içtikten sonra yemeğimizi yiyip kanal boyunca yürüyüşe çıktık. 
 Türk filmi çevirmeden olmazzz..


 Yavaş yavaş masal havasından sıyrılırız umarım. Yoksa işimiz zor. 
Mulhouse'a geri dönüyoruz. Sabah Basel ve Zürihe yolculuk var.
Kahvaltıdan sonra yola çıktık. İsviçre topraklarına girdiğimizi bizden kara yolu kullanım bedeli adı altında şu an anımsayamadığım bir miktar para isteyen görevli sayesinde anladık. İsviçre yemyeşil. O kadar ki ağaç kesip kazarak yol yapmak yerine uzun, kısa, geniş, dar her türlü tünelden yararlanmışlar. Küçücük bir tümsek hooop tünel. Kocaman dağ yine tünel. Yeşili korumak böyle bir şey. Üniversitenin içine yol yapıp biz yeşili severiz demek değil.
İlk olarak Basel. Küçücük bir yer. Zaten Ziya'yla kavga ettik. onun için midir bilmem pek tadı yoktu. Yine de gülümseyerek fotoğraf çektirmişiz. Demek ki kötü bir kavga değilmiş.
Buradan ayrılıp Zürihe gittik. İyi ki Basel ve Zürihe gitmişiz. Yoksa o masalsı atmosferi yaşadıktan sonra birden bire Çorluya hatta İstanbula bile dönmek bizi depresyona sokabilirdi.