25 Temmuz 2013 Perşembe

ROMANYA gezimiz 
Bölüm: 3
TRANSİLVANYA

Artık Yaş'ı terkediyor, Transilvanya bölgesine yollanıyoruz.



        
Yol boyunca kır manzaraları bizi kucakladı. 


        


Samandan yapılmış tarla süslerini çok sevdik.
Yönümüz Sighisoara ve yol boyunca görebildiğimiz her güzelliği hafızamıza kazıdık.



Ülke karayolu üzerindeki bu kanyon oldukça dar ve turistlerin görmek için geldiği bir yer. Romanya'da çöp gördüğüm tek yer bu ulusal parktaki hediyelik eşya satanların bulunduğu bölge.

Yaylada göl ve su sporları
Yöresel bir çeşit kek yapan restoran.. Bir kaç yerde daha gördüm. Adına dikkat!
Kek oldukça lezzetli.
Bu şekilde pişiyor.
 Cağ kebap gibi. Görünüşü de adı gibi kalas'a benziyor.
Yaş'tan Sighisoara'ya gitmek için Karpatlar yolunu kullanmak hem keyifli hem de yorucu oldu. Dağ geçitleri zorluydu. 
Çok acıktık. (Kek oldukça hafif bir atıştırmalıktı. Bakmayın cüsseli göründüğüne içi boş konik bir şey o.)Bulduğumuz yol üstü restoranında lezzetli yemekler yedik. Ziya çorbasının kasesini de yedi.
Yeşne, Romanya'nın illede sürahi ile gelen lezzetli limonatasını içmeyi ihmal etmedi.


Nihayet ulaştık.
Sighisoara, Transilvanya bölgesinde Unesco Dünya Miras listesinde bir kasaba. Çok sevimli ve güzel. Biz kafede oturup bir şeylerde içmek dahil üç saatte dolaştık. Oldukça uzun süren yolculuk sonrası bir çeşit dinlenme oldu.                                        


Saat kulesindeki plaketlerden birinde
 İstanbul'a olan uzaklık belirtilmiş.




Kulenin saatinden bir ayrıntı. Akşam saat altıda hareket ettikleri ve burçlara gönderme yaptıkları söyleniyor diye bekledim ama kımıldamadılar. Zaten çok bakımsızlar.
İnsana mutluluk veren çatılardan genel bir görünüş daha.
Tahta merdivenler yokuşun başındaki kilise ve okula gidebilmek için. Kışın yağmur ve çamurdan yazın güneşten korunmak içinmiş.
İşte burası da yokuşun üstü.
Kafeye dönüştürülmüş olan baba Drakula'nın doğduğu  evde bir şeyler içiyoruz.
Babam kendinizi Tepedelenli'den korunun demişti giderken.(Drakulayla karıştırdı) Ben de Drakulanın tepesine çivi çaktım. Korunma amaçlı.
Artık Braşov için demir alıyoruz.


Saat kulesinin altı.
Belirtmeden geçmeyeyim: Burada da gördüğümüz tüm Romanya kentlerinde olduğu gibi kadınlar elbise, topuklu pabuç, minik şortlar giyiyorlar. Hep kadınsı. Pantolon giyen pek az.
Alışverişlerde kredi kartı kullanımı yerine daha çok nakit ödeme yapıyorlar.
















                                          
Geç saatte ulaştığımız Braşov eski şehir meydanı son derece cıvıltılıydı. 
Aniden bastıran iri damlalı ve şiddetli yağmur bir anda ortalığı dağıttı. Otel rezervasyonu yapmamıştık. Sefil olduk. Otel bulabilmek için çok dolaştık. Hep dolu hep dolu.
Ümidimizi kaybetmek üzereyken bunda da oda yoktur deyip geçmeyip Armatti otele iyi ki bakmışız. O kadar temiz ve sevimli bir otel ki anlatamam. Ben hayatımda buradan başka hiç bir otelde çıplak ayakla yere basmamıştım. Kahvaltısı oldukça güzeldi. Pardon çay bir parça soğuktu. Biz sıcak severiz. Rica ettiğimde getirdiler.
Kahvaltının ardından şehri dolaşmaya çıktık. Son derece sevimli ve hareketli bir yer. 
Kara kilise pek meşhurmuş diye kıydık paramıza bilet alıp girdik ama bence görmedim diye üzülmeyin. Bu fotoğraf kilisenin kapısına ait.
Daha yukarıda dağ eteğine doğru bir başka kilise vardı. Ayini de izleme olanağı bulduk. Oldukça kalabalık ve ilginç bir ayindi. Yine rahibin kostümüne dokunup dua ederek dilek dilemeler, önlüğünün altına girerek kutsanma isteği gibi ritüeller gözledik.
                                      
Yukarıda bahsettiğim kilise ve kapılarının biri.
Paparazzi Ziya yine iş başında






Braşov kalesi ve aşağıda kaleden şehrin görünüşü.
 






Yandaki fotoğrafa dikkatle bakarsanız HOLLYWOOD gibi yazılmış, şehrin her yerinden görünüp yol gösteren BRAŞOV yazısını görebilirsiniz. Bu yazı sayesinde kaybolmak, sağda mıydı yoksa solda mı diye düşünmek olanaksız.

 Romanyalıların Vlad Tepeş bizim Kazıklı Voyvoda kimilerinin ise Drakula dediği adamın evine-kalesine işte bu patikadan çıkılıyor. Gördüğünüz gibi Sümela manastırını andıran sarp kayalıktaki heybetli duruşu da sahibi gibi ürkütücü.


Tepeş senden korkmuyoruz.









 
Kaledeki eşyalara bakar mısınız. O kadar turist geliyor bari düzgün tefriş edin.








Kalenin etekleri çeşit çeşit ve yani ne diyeyim işe yarar mı yaramaz mı bilinmez hediyelik eşya satıcılarıyla dolu. Yeşne minik sepetlerde satılan ahududulardan aldı. Ben hiç bir şey.
Vlad'ın kasabasında Gastronomi festivaline de denk geldik.
Romanya kraliyet ailesinin yazlık şatosu. Çok güzel çok. Giderseniz görmeden dönmeyin.
        



Süslemeler ve yapının kendisi zaten başlı başına dikkat çekici. Bu heykeller de artı olarak görmeye değer.








Üstteki Sıdıka'nın, 
yandaki ise Yüksel'in eseri.
Peleş şatosu buradaki son durak. 
Ayı çıkabülüüü!!
Avrupa'da bir çok yerde gördüğüm avlu içine kurulan yaşam alanları burada da var ve oldukça yaygın.
Bu da yol boyunca gördüğümüz buğday ve mısır tarlalarına hürmeten oradan getirdiğim, yaygın kullanıma sahip mısır ununun paketi.
Ayın 23. ü oldu. Gezi bitti. Artık Bükreş üzerinden İstanbul.

Gelecek yazının konusu Gürcistan.
Okuyun ama...