23 Aralık 2013 Pazartesi

FRANSALMANYA
Bölüm: 2
KARLSRUHE, HEİDELBERG
Baden-Württemberg sınırları içinde yapılacak küçük bir gezi planladık. Aslında Zürih'i ve Alsace'da Vosges dağlarının eteklerindeki şarap rotasını da gezecektik ama araç bedeli çok fazlaymış. Biz de programdan çıkardık. Ben daha önce gezmiştim ama Alsace köylerinin masalsı atmosferini bir kez daha  yaşamak iyi olurdu. Neyse konu çok dağıldı. Trenle gitmeye karar verdik ve bunun için en doğru başlangıç eyaletin bize en yakın yerleşimi Kehl'den olacaktı. 
Avrupa köprüsünün diğer ucuna geçince bu tabelalar olmasa Almanya'ya geçtiğinizi anlamanız biraz zor. Sınır(!) geçtiğinize dair ilk işaretler bunlar.
Strasbourg'dan alındığında ülkeler arası kategorisine girdiği için son derece pahalı olan tren biletini Kehl'de kişi başı 10 Euro karşılığı satın aldık. Bilet: 24 saat geçerli olmak üzere eyalet içindeki şehirler arası tren yolculuğu ve şehir içlerindeki her türlü ulaşımı kapsıyor. 
Gördüğünüz gibi son derece ekonomik. Ne demiş atalarımız(Ben): "Turist dediğin az parayla seyahat eder." Bu gezi yazısının ilk bölümünde bahsettiğim şekilde geldiğimiz Kehl istasyonunda beklerken tematik yayınlanmış National Geografik dergilerini inceledik. Almancadan bi haberiz ama resimleriyle idare ettik. Yayıncılarımız duysun. Bu dergileri bizim dergi stantlarında da görmek isteriz.

 Trenimiz tam vaktinde kuzeye doğru yola çıktı. Epeyce kalabalık olduğunu söylemem gerek. Dolmuş misali inenler, binenler, koca dana gibi valizini koltuğa oturtanlar ne ararsanız var. Sağımızda kara ormanlar alabildiğince yeşil görüntüsüyle yol boyunca bize eşlik etti.
Sonunda Karsruhe'ye ulaştık. İlk izlenim pek sevimli olmadığı yönünde. Anlatılan efsaneye göre şehir Kral Wilhelm tarafından kurulmuş. Tıpkı Gürcistan Kralı Gorgosal'ın Tiflis'i kurma öyküsüne benziyor. Kral ava gittiğinde gördüğü bir rüyaya istinaden dinlenmek için geldiği kara ormanların eteklerindeki bu düzlüğe şehir kurmaya karar veriyor. Böylece adı  Almanca kralın dinlendiği yer anlamına gelen Karl Ruhe olmuş. Bir sebep gerekiyormuş bulunmuş.
İlk olarak turizm ofisine uğradık. Elimize bir harita verip alışveriş caddesi ve saray civarına gitmemizi önerip bizi başlarından attılar. Yani biz öyle sanmışız. Başka da yer yok zaten. Bir kaç müze var ama buradan Heidelberg'e devam edeceğimiz için kısıtlı vakitte koşarak ziyaret etmek istemedik. Sır vereyim aslında müzeye girmeyi hiç istemedik. Numara yapıyorum.
Önce karnımızı doyurduk. Nordsee restoranı fast foodların kraliçesi demiş miydim?. Şimdi söylüyorum. Kesinlikle ne yiyeceğinizi bilemiyorsanız cankurtaran.!
Noel çarşıları burada da iş başında.
 
Bakına bakına giderken yol üzerinde Protestan kilisesi havasında bir katolik kilisesine girdik. 


Hava çok soğuktu. Bu soğuk görünüşlü kilise bile bizi bir parça ısıttı. 
Karlsruhe 2. Dünya Savaşı sırasında diğer bir çok Alman şehri gibi bombalanmış ve sonrasında yeniden ayağa kalkmış. 
Kısa(Yedi sekiz dakikalık) bir yürüyüş sonrası 1715'te yapılmış görece genç, azametli Karlsruhe sarayına geldik. 
 Ana binanın her iki yanında kanat gibi duran ek binalar sanki birisi gelip onları kapatacakmış gibi duruyor. 
 
Bahçe kapısından girdikten sonra sarayın iç kapısına giden yol iki taraflı çıplak heykellerle donatılan bir park olarak düzenlenmiş.
 Şehri planlarken: Sarayı bir dairenin merkezindeki güneş, caddeleri de güneş ışınları olarak düşünmüş ve öyle inşa etmişler. Müze olarak kullanılan sarayı tanıtan broşürde yazıyordu ama zihnimde tam olarak oturtamayınca google map'ın uydu görüntülerine baktım.(Eski öğrencilerim: Ayşe Hocam düşmez kalkmaz bir Allah diyor musunuz acaba???) Üşenmezseniz bir bakın. Hoş görünüyor.
Saray'ın arkası bilmem kaç hektarlık bir park. 

Park demek pek de doğru olmayabilir daha çok ormana benziyor. Yaya gezilecek bir büyüklük değil. Ancak çok küçük bir kısmını arşınlayabildik. 
Eli arkasında teftişe çıkmış birini izlerken az daha şu ağacı gözden kaçıracaktım.
 Ağaçları tanıdığımı sanırdım. Meğer bildiklerim Kestane, Gürgen, Palamuttan ibaretmiş. Sizin de bana yardımcı olduğunuz söylenemez. Bana yazın aydınlatın diyorum. Umurunuzda değil. Yapraklarını yakından çektim. Çok sevdim bu ağacı.
Parkın içinde müze, botanik bahçesi, seramik üretim merkezi gibi bir kaç gezilesi yer var. 
Ağaç yaşken eğilince dinozor olunuyormuş. Burada öğrendim. 


 Sevgili İstanbul belediyesi için çekilen bu fotoğrafta ağaç nasıl budanırmış görülüyor. Yayalara geçit yaparsın ağaç mutlu mesut yaşlanır.
Turizm bilgilendirme ofisindeki görevlinin atlaması ile 49. paralelin şehrin ortasından geçtiğini döndükten sonra öğrenebildik. Paralelin geçtiği yeri belirleyen bir işaret taşı varmış. Burada işimiz bitti. Şehir merkezine döndük. Almanya'da bilinen ve ekonomik ürünler satan bir mağazaya girdik. Mağazadan çıkanları görseniz: Herkesin elinde üç-beş torba. Çıkışta yorgunluk atmak için yerlerde yayılıp oturuyorlar. Girişte sıra bekliyorsunuz. 
Biz de gelmişken girelim dedik. Şükürler olsun(!) ki benim de mağaza kapısında girmek için sıra beklediğim alışveriş deneyimim oldu. Bu güne kadar boşa yaşamışım meğer(!) Ben diyeyim pazar yeri. Siz deyin konsantre pazar yeri. Öylesine kalabalık, bunaltıcı ve her şey üst üste ki yarım saatten fazla duramadık ve bir primark poşeti edinemeden çıktık. 
Anayasa Mahkemesi ve Adalet Divanının Karlsruhe'de bulunması itibarıyla Almanya'nın kendisine büyük sorumluluk yüklediği  şehirde bu kadar oyalanmak yeter. Sanayi şehri olması sebebiyle(Belki de kış şartları nedeniyle.) biraz karamsar görünüyor. Avrupa'nın en önemli iç limanı, Almanya'nın en büyük petrol rafinerisinin bulunduğu ve yoğun işçi nüfusuna sahip Karlsruhe'ye veda vakti. İstikamet Heidelberg!
 Heidelberg'de istasyon çıkışında tam karşımızda duran teneke adama selam verip enformasyon ofisine daldık ve hızlı bir bilgilenmenin ardından otobüsle  
                                     
Neckar nehri üzerindeki tarihi taş köprüyü görmeye gittik. Çok hızlı hareket ediyoruz çünkü kış günleri zaten kısa bir de Karlsruhe'de oyalanırken çok kıymetli gün ışığını kaybettik. Sona eren gün saatleri romantik görünüşün etkisini artırsa da bir parça daha zaman ayırıp erken gelerek buraya hak ettiği ilgiyi göstermek gerek.
Neckar nehrinin üzerinde dantel gibi duran 1700'lü yıllarda yapılmış taş köprünün diğer ayağına yürüyoruz.
Karşı tepede Heidelberg kalesi
ve
 köprünün diğer ucundaki kale burcu orta çağı anımsatıyor. Burçların arasındaki kapıdan eski şehre giriyoruz.  
Köprüye asılmış dilek kilitleri.. Bunlardan birine dokunarak dilek diledim. Tutar değil mi? Onlar kilit asarak ben de asılmış kilide dokunarak diliyorum. Herkes yoğurdu farklı yer.
                                                                                   Noel çarşısından sıcak şarabımızı alıyoruz. Oralarda waffle gibi bir şey var üstüne nutella sürüp bir ton(!) paraya satıyorlar. Yeşne ondan alıyor. Bu arada yağan yağmurda epeyce ıslanıyoruz. Rahmettir deyip kaderimize razı oluyoruz.
Haupthstrasse( ana cadde demekmiş.) eski şehrin ortasında git git bitmez bir şekilde boylu boyunca uzanmış. 
Araç trafiğine kapalı olan cadde son derece canlı ve samimi görünüyor. Görünüyor diyorum çünkü dönüş trenini kaçırma telaşı ile koşar adım etrafa sadece göz atabildik. Kafelerin birinde oturup kahve ya da bira içme şansımız olmadı. 
Bu romantik şehre ayırdığımız zaman maalesef çok kısaydı. Keşke Karlruhe'den önce buraya gelseymişiz. Çok pişman olduk ama artık çok geçti.
Heidelberg'e yapılmış olan bir de şarkı varmış. Dinlemek isteyenlere....
I Lost My Heart in Heidelberg
Bir dahaki görüşmeye kadar elveda Heidelberg.

18 Aralık 2013 Çarşamba

FRANSALMANYA
Bölüm: 1 
STRASBOURG
Kaç aydır beklediğimiz Fransaya seyahat günü geldi çattı. Sabiha Gökçenden uçmak üzere ben Çorlu, Şükran Ankaradan sabah erken saatlerde evlerimizden çıktık. Hava alanlarını seyahat başlangıçlarını(bitişlerini de elbette ama bitmesi için önce başlaması gerek)simgelediği için çok severim. İki saat kırk beş dakikanın ardından Euroairporta ulaştık. 
Burası Baselde, bir kapısı İsviçre
 diğer kapısı Fransa ve Almanyaya açılan, bu üç ülkenin ortak olarak kullandığı küçük bir havaalanı. 
Fransaya açılan kapıdan çıkıp bizi kişi başı iki Euro karşılığı Saint Louis garına götürecek olan otobüsü bekliyoruz.
Garda yirmi bir küsur Euroluk SNCF tren biletimizi alıp Strasbourga gitmek üzere bekliyoruz. 
Hemen söyleyeyim ola ki oralara gitmeniz gerekir trene binmeden önce biletinizi istasyondaki makinelere onaylatmayı unutmayın. Aksi durumda çatır çatır ceza ödersiniz. Benden söylemesi. Bir de Fransızların TGV trenleri var daha binmek kısmet olmadı ama kuş gibi uçuyorlarmış. Uzun mesafe yolculuklarında denemek gerek.
Gardan çıkınca bisikletlerce karşılandık. Yaşam biçimi olmuş her yere bisikletle gidiyorlar. Taksi sayısı da yok denecek kadar az. Şaşırmamam gerekirmiş. Her yere bisiklet ve tramvayla gidilebilen, şehir merkezinde her yerin yürüme mesafesinde olduğu bir yerden bahsediyoruz. Otoparklar yer altına alınmış. Görünen yerlerde çöp kutuları olmamasına (yok aslında var ama çöp atmak için epeyce arıyorsunuz. O kadar az sayıda) rağmen ortalık temiz pak.
 Strasbourga ilk olarak 2011'de Haziran başında gidip aşık olmuştum. Seyahatimiz bu kez sert kış dönemine denk geldiğinden keyfini dilediğimiz gibi çıkaramadık. Malum soğukta dona dona, eldivenle bereyle uğraşıp tuvalet arayarak gezmek zor oluyor. Allahtan tuvaletleri temiz.
 Şimdi biraz bildiklerimi paylaşayım geziye kaldığım yerden devam edicem.
Alsace(Alsas)
 Fransanın çok sayıdaki idari bölümlerinden biri olan Alsas'ın başkenti Strasbourg. Deniz seviyesi düşünülerek kuzeyi aşağı, güneyi yukarı Ren bölgesi olarak ikiye ayrılmış.
 Alsas doğuda Ren nehri ve Karaormanlar batıda Vosges dağları arasında kalan vadide yer alıyor. İsviçre ve Almanya'ya komşu olarak stratejik ve tarihi kararlar alınmasında Loraine(Loren) ile kader birliği yapmış. Almanya ve Fransa tarafından kollarından çekiştirilmesi nedeniyle bir o ülkenin bir diğerinin bayrağı altına(75 yıl içinde tam dört kez) girmiş. Hatta bir Sırp genci vardı Arşidük Ferdinandı öldürmüştü ya işte o masalın gerçek kahramanı çilekeş Alsas ve Lorenmiş. Lorendeki zengin kömür yataklarının varlığı paylaşılamamasına vesile imiş. Bu nedenle çocuğu savaşın müsebbibi ilan etmiş bizi de lise yılları boyunca savaş bu çocuğun yüzünden oldu diye uyutmuşlar. Doğruyu öğrenebilmemiz (benim kuşağımdan olanlar için geçerli) okulu bitirip biraz tarih okumamız sayesinde gerçekleşti ve Alsas-Loren meselesini geç de olsa öğrendik. 
Strasbourg
Politik, ekonomik ve kültürel anlamda Avrupa birliğinin başkenti olan Strasbourg gerçekte başkent olmadığı halde dünyada sadece ülke başkentlerinde kurulan enstitülere ev sahipliği yapan üç şehirden biri. Böyle de bir ayrıcalıkla katmerli hayranlığımı hak ediyor. (Diğerleri mi? Tembellik yok. Araştırın bulun.)
Solda Strasbourg sağda ise Alsace arması. Aradaki fark Alsace armasındaki taçlar ve yer değiştirmiş olan renkler.
 Yeşne garda bizi karşıladı ve güle oynaya eve gittik. 
Ertesi gün olabilecek en ekonomik şekilde evin acil ihtiyaçlarını giderme amacıyla küçük bir Alman şehri olan Kehle gidildi. 
Yaklaşık iki Euroluk şehir içi ulaşım biletiyle 20 dakikalık tramvay ve otobüs seyahatinin ardından Avrupa köprüsünden geçerek Ren nehrinin öte yakasındaki Kehle ulaştık.
Hem ziyaret hem ticaret babında bir kaç saatin ardından eve döndük. Bir kaç saat deyince anlamışsınızdır küçük bir yer. 

Strasbourgu zaten çok seviyorum bir de gezip dolaştıktan sonra Saint Paul katedralinin önünden geçerek eve dönmenin keyfi başka. 
Teyze-yeğen Pazar kahvaltısını yapmak üzere fırından ekmek almaya gidip birbirinden lezzetli ekmeklerle döndüler.
Artık Strasbourgu gezip dolaşmanın zamanı geldi. Bir çok Avrupa şehri gibi burası da minnoş bir yer. 1949'da Avrupa birliğinin ilk oturumunun yapıldığı üniversite sarayına gittik ama bir etkinlik varmış sadece kapının iç kısmına kadar girme şansı bulabildik. Hoş içeri girsek ne olacaktı ki?
 Avrupa konseyi binası, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine doğru yürüyoruz. Bütün bu kurumların varlığı Strasbourgu deyim yerindeyse hukukun kalesi ve Belçikayla birlikte Avrupanın ikinci önemli şehri  yapıyor.

Avrupa Konsey binası.
 Buraya kadar gelmişken Orangerie parkına da girelim. Hatırı kalmasın. 
 Alsacelı kız ve eteğinde dolaşan kaz. Burada kaz ciğeri pek meşhur. Küçücük hayvanın ciğerini yeseniz ne oluur yemeseniz ne olur.
Avrupa konsey binasının hemen yanı başında Napolyonun eşi Josephinin çok sevdiği ve sık sık hava almak için geldiği söylenen bu park yürüyüş ve koşu yapanların tercihi gibi görünüyor. Parkın sahibi gibi duran binada kültür faaliyetleri yapılıyormuş. 
Dallarının uçları yumru gibi görünen ağaçlardan şehrin hemen hemen her yerinde var. Adını bilen varsa bana yazarsa sevinirim. Bir çok ağacı tanırım ama bu çalışmadığım yerden çıktı.
Temiz hava aldıktan sonra(Gerçi burada hava her daim temiz ama olsun. Öyle yazayım ben.) İnsan Hakları Mahkemesine doğru yürüdük. Hak ihlaline uğrayan kimi insanlar haklarını elde edene kadar mahkemenin önünden geçen nehrin kenarına kurdukları çadırlarda kalıp dileklerini de demir parmaklıklara astıkları pankartlarla anlatma yolunu seçmişler. Polis molis yoktu. Gaz kokusu da alamadık. Bu işte bir tuhaflık var dedim ama anlayamadım. 
 İşte bu da pankartlar yoluyla adalet dağıtmadığı, özellikle Romanya adına çalışan hakime atfen hukuk mafyası olduğu iddia edilen mahkeme binası. Oyuncak gibi görünüyor.

 Avrupa parlamentosuna doğru yürürken Şükran yerde bu kapağı gördü. Zonguldakta yerlerde, çocukluğumuzda tıpkı bu kapaklardan vardı diyerek nostalji yaptık.
 Avrupa parlamentosu. Kapısından girme şansına henüz nail olamadık. Belki bir gün oluruz.


Güzergahımız sinagogdan geçiyor. Kapısı kale kapısı gibi.


     Deniyor ki savaş sırasında asıl Sinagog yıkıma uğramış. Belediye başkanı Hahamla beraber şehri dolaşıp yeni sinagog için yer tayin etmiş. Burayı uygun bulmuşlar. Oldukça büyük kompleks bir bina olduğunu duydum. Maalesef ziyaretçi kabul edilmediği için sadece dışından bakmakla yetindik. Altta fotoğrafını gördüğünüz bina modern tarihin en eski uluslararası organizasyonu olarak bilinen Navigasyon anlaşmasının uygulama merkezi. 1815te yapılan Viyana kongresinde alınan kararla Ren nehrinin çevresini koruma altına alma, nehir ulaşımı ve su paylaşımını kontrollü ve adil olarak kullanmak için nehrin geçtiği ülkelerce kurulmuş. Yani neymiş. Dere bizden çıkıyor deyip barajla marajla başkalarının suyunu kesemezmişiz.


Navigasyon binasının hemen önünde kocaman ağaçları olan parkımsı alan Republic(Cumhuriyet)meydanı. 


Ağaçlar sapsarı yapraklarını dökmeye çalışıyor.


 Cumhuriyet meydanında bir oğlunu Almanya diğer oğlunu da Fransa için savaşırken kaybeden annenin anısına yapılan heykel.


Dolaşırken gördüğümüz bu lisede okuyabilmek için öğrenciliğe mi dönsem ne diye düşündüm.


 Keşke dönebilsek o sorumsuz yıllara.
Önünden geçip sadece dükkanına girdiğimiz bir müzeden 1600lü yıllarda yapılmış bir Strasbourg gravürünün ziyaretçilere ücretsiz verilen kartpostalını aldık. 


Açlık zilleri çaldığı için geleneksel Alzas lahmacunu/pizası Tarte Flambee yemeye karar verdik. Peynirli bir yiyecek, üstünde et parçaları ve da var ve çok lezzetli. Bir iki saat sonra yesek 3 Euro ödeyeceğimiz yemeğe epeyce ödedik. Elle yenmesinin makbul olduğu söylenen Tarte Flambee kesme tahtasına benzeyen servislerle geliyor. Restoran, içinde cam bölmeyle korumaya alınmış, bira fermantasyonunda kullanılan koca koca kazanlarla dekore edilmiş. Ee ne de olsa Fransızların tükettiği tüm bira miktarının %50 den fazlası Alsace'da üretiliyor.


Artık Unesco Dünya Miras listesinde varlığını sürdüren Büyük Ada'yı gezme zamanı.


Şehrin büyük bölümü İll nehrinin kolları sayesinde ada konumunda. Bu adalardan biri şehir merkezi ve eski Alsace evlerinin yer aldığı, sokak tabelalarının çoğunda isimlerin Fransızcanın yanında ikincil olarak Alsace dilinde yazıldığı, kafeler, restoranlar ve birbirinden şık mağazaların yer aldığı büyük ada. Strasbourg bu adanın 1988 yılında UNESCO dünya insanlık mirası listesinde olduğunu iftiharla hem de Fransa'da bu unvana sahip ilk şehir olduğunu belirterek sunar. Adadaki Notre Dame katedrali, Ulm ve Köln katedrallerinin yapıldığı 19. yüzyıla kadar Avrupanın en yükseği. Bulunduğu meydana adını veren devasa ölçülerdeki katedralin işçiliği, abartmadan söylüyorum, göz kamaştırıyor. Nasıl yapmışlar bilemiyorum. Hayran olmamak elde değil.

Her ayın ilk pazarı ücretsiz çıkılabilen kulesine tırmanırken kalp krizi geçireceğimi sandım. Çok yüksek ve korkutucu.
Meydandaki hediyelik eşya satıcılarının kapı önlerinde görmeyi yadırgamayacağınız bir görüntü. Leylek Alsaceın sembolü. Şapkasını bile yapmışlar ama giyilebilir mi? Bilmem.

Seramik Alsace evleri.
Her köşesi tarih kokan büyük ada çok sayıda minik ve sevimli köprülerle İll nehrinin oluşturduğu diğer adalara bağlı.
İki kardeş Petite France'da köprülerin önündeyiz.

Yürüyüşler yapabileceğiniz dere kenarında ben bir kez kunduz bile gördüm. Dere dediğime bakmayın İll nehrinin kollarından biri.
Noelin yaklaşmsı nedeniyle her yerde süsleme ve meydanlarda noel çarşılarını kurma faaliyeti var. Noel çarşıları Strasbourgda Avrupa'nın en eskisi imiş ve yaklaşık 500 yıldır kuruluyormuş. Biz de sabırsızlıkla bekliyoruz.
Katedralden nehir kenarına doğru inerken Alsacelı kostümü panosunu ıskalamadık. Başımdaki kurdeleye bakar mısınız?
 
Süse püse çok para harcıyorlar.
Rohan sarayının bahçesinden hareket eden ve sanırım 8-9 Euro civarında bir bedel karşılığı bot turu yapabilirsiniz.
Tur sırasında kanallardaki farklı su seviyelerinden geçerken kanal kapaklarının açılıp kapandığı, su seviyesinin yükselmesi ya da alçalmasını beklediğiniz farklı bir deneyim sizi bekliyor.
Petite Francedaki Tanneurs evi eskiden sepicilik yapılan şimdilerde restoran olarak kullanılan, bölgenin en eski yapılarından biri.
Buradaki restoranların birinde yemek yiyelim dedik ama choucroute(şükrut)dışında hiç bir yemeğin şifresini çözemeyince vazgeçtik. Şükrutu neden yemediğimizi bilmek istersiniz belki diye yazıyorum. Oldukça yağlı görünen etler ve lahana kombinasyonu olunca hiç şansı yoktu. Burada da konutlar genellikle avlu içinde ve korunaklı. Etraflarında bizim siteler gibi duvar ya da demir parmaklıklar yok.
Yol bizi kapalı köprü denen geçide götürüyor. Köprü ama ben geçit dedim. Üzerindeki tabelada da geçit yazıyor. Eee bunun neresi kapalı. Sahteciliğin hiç lüzumu yok derken ilk yapıldığında üstü kapalı ahşap bir köprü olduğunu öğreniyoruz. Yangında zarar görünce yenisini bu kez taş bloklarla yapmışlar. Köprünün dört adet de gözlem kulesi var.
Vauban barajı nehir suyunun akışını kontrol edip şehri su baskınlarından koruma amaçlı yapılmış. Şimdilerde içinde  iki yakayı bağlamak için yapılan geçit(Georges Frankhauser pasajı) sanat galerisi olarak kullanılıyor. Barajın çatısına çıktığınızda eşsiz bir manzara sizi bekliyor.
Bir başka parktan Esplanade semtinde kurulmuş olan Citadel parkından söz etmesem ayıp olur.Strasbourg kalesinin arkasına geçtiğinizde parkın içine giriyorsunuz. Son derece doğal bir alan. 
Küçük bir gölet içinde özgürce yüzen ördekler ve gereğinde sığınabilecekleri minik evleri olan çok sayıda kuş var. Orangerie parkında küçük bir hayvanat bahçesine hapsolanlar da keşke buradakiler kadar şanslı olsaydı. Bu park daha güzel ve sıcak.

Sabah kalktığımızda çatıları örten incecik kar örtüsü neşelenmemize sebep olsa da her yeri bembeyaz yapmaktan kaçınarak canımızı sıktı.
Olsun ne yapalım. Biz de akşam yakılacak olan noel ışıkları törenine gideriz.
Amanda aman ne kalabalık. Kleber meydanına 30 metrelik bir ağaç bir de sahne kurmuşlar. Sunuculardan biri Sylvie Vartan(bizim kuşak bilir). Baktık bekle bekle bunlar hala konuşup şarkılar söylüyorlar, o güne özel geç saatte açık olan La Fayette'e girip biraz ısınıyoruz. Sonunda ışık gösterisi başladı ama ne gösteri. Hayran olunası. Hani yazmıştım ya Haydarpaşa Yekpare gösterisini onun on kat iyisini düşünün.
Noel çarşıları da ışıklarla birlikte açıldı. Katedral ve Broglie meydanlarında olanlar en büyükleri. Mis gibi sıcak şarap kokuları eşliğinde hemen hemen hepsini dolaşıp ufak tefek bir şeyler aldık. Bretzel yemeyi ihmal etmedik. Fransız fırıncıların neredeyse sembolü olan bretzel onların simiti gibi bir şey. Ben peynir delisi olduğum için peynirlisini tercih ediyorum.  Bu arada belirtmeliyim ki marketlere gittiğinizde peynir çeşidinden gözünüz dönebilir. Riesling, Gewurztraminer, Pinot blanc ve Pinot Noir en bilinen ve sevilen şarap çeşitleri. Şarap demişken bir başka yazıda Şarap Rotasını anlatmaya hazırlanıyorum. Bekleyin olur mu? Bir de picon denen, marketlerde satılan, biraya koydukları aromatik bir karışımın varlığını öğrendik. Hakikaten de biraya çok yakışıyor.
Tarihi binaların son derece iyi korunduğu şehirde yeni mahalleler en fazla altı katlı binalardan oluşmuş. On beş yirmi katlı binaların olduğu ve sosyal konut olarak düşünülen binalar üniversiteye yakın ve turistik gözlerden uzaktalar. Zaten bu yükseklikteki bina sayısı fazla değil. Merkeze yakın yapılan yeni binaların mimarisinde tarihi dokuyu korumaya özen göstermişler.
Goethe bir süre öğrenci olarak hayatını sürdürdüğü şehir çok kalabalık bir üniversite öğrencisi nüfusuna sahip.
       
Gutenberg meydanı matbaayı burada icat edenin anısına isim almış. 
 Bu da heykelin kaidesinin dört bir yanındaki ayrıntılı tasvirlerden biri.    
      
Bu yazının sonunda Strasbourg'un bahar aylarında nasıl göründüğünü canlandırabilmeniz için iki fotoğraf daha var.

Noel ışıklarının yakılması sırasında yapılan ışık gösterisi. Biraz uzun olmakla beraber keyif alacağınızı düşünüyorum.
Birinci bölümü böylece bitirdim.
İkinci bölüm burada