24 Eylül 2014 Çarşamba

YEREBATAN, AYASOFYA, TOPKAPI SARAYI müzeleri
Bugün 17 Eylül Çarşamba. Gök delinmiş gibi yağmur yağıyor. Çoktandır rehber eşliğinde görmek istediğimiz müze üçlüsünün ziyaret tarihi bugün ama gitmesek mi acaba? Hem biraz geciktik hem yağışlı bir gün. Yine de yola çıktık. Rehberimiz Burhan Bey'i aradık "İstanbulda her şey yolunda" dedi. Yola devam derken tam Silivri'ye geldik her yer kupkuru, kara bulutlardan eser yok. Güneş yüzünü gösterdi. Trafik mrafik derken bir parça gecikmeyle guruba katıldık. Onlar bizi beklerken Ayasofyanın bahçesindeki padişah ve çocuklarının türbelerini gezdi, bilgilendiler. 

Biz daha önceki bir gezide gördüğümüz için kaybımız yok.
Bugün gezeceğimiz bölge Unesco Dünya Tarih mirasında
http://whc.unesco.org/en/list/356
Yerebatan Sarnıcı 
Sarnıç; kültür bakanlığına değil belediyeye bağlı olduğu için müze kart geçmiyor. On lira ödeyip girdiğimizde ilk olarak fotoğraf çektirmek için davet çıkaran Osmanlı kostümleri içinde turizm gönüllüleri(!)  ile karşılaştık. 


Bileşik kaplar sistemiyle çalışan, geçmişte İstanbul'un oldum olası var olan su sorununu çözme hizmetinde bulunan bir çok sarnıçtan biri bu.  Dana gibi balıkların yüzdüğü, belli bir yükseklikte su ile dolu rutubetli sarnıcın içinde rahatça gezebilmek için ahşap platform yapılmış. Viyana ormanlarında bir mağarayı gezmiştik vaktinde. İçerideki gölette; platformda yürümek yerine sessiz çalışan akülü küçük teknelerle dolaşılıyordu. Hem hoş bir atmosfer oluşturuyor hem de görüntü ve ses kirliliği yapmıyorlardı. (Şekerim ben Viyanayı da gördüm demenin bir başka yolu). Bir çok başka Bizans eseri gibi bunu da imparator Justinyanus yaptırmış. 542 yılında yapılmadan önce yerinde bir bazilika olduğu için göbek adı(!)Bazilika Sarnıcı imiş. Rehberimiz epeyce donanımlı biri. Anlattı da anlattı. Unuttuklarım hoşgörüle.. 336 sütun 12'şerli sıra halinde dizilmiş. Sütunların çoğunun başka yerlerden, Mısırdan geldiği, hatta Ayasofyanın yapımından arta kalan sütunların burada kullanıldığını öğrendik. Bu nedenle olsa gerek sütun başları farklı farklı, kimileri iki parça. Duvarlar yaklaşık beş metre kalınlığında örülmüş ve su yalıtımı yapılmış. Sarnıcın en ucunda, iki sütunun ayağında yatay ve baş aşağı olmak üzere "madem sen bizi taşa döndürürsün biz de seni ayak altına atarız" diyerek iki ayrı ama tıpkı ikiz gibi Medusa başları kullanılmış. 
 Eskiden, çok eskiden kıymet atfedilen yapılara kötülüklerden korunmak için Medusa başı koyulurmuş. Burada Medusa olması koruma amaçlı olabilirmiş. Osmanlılar durgun su yerine akan su kullanmayı tercih ettikleri için sarnıcı pek kullanmamış kaderine terk etmişler. Yani Medusa başı pek işe yaramamış. Avrupalı bir gezgin; Hollandalı P. Gylius 16. yüzyılın ortalarına doğru geldiği İstanbulda Ayasofya civarındaki sarnıçların ayrıntılarını ortaya çıkarmış. Hatta bir rivayete göre Sultanahmet civarındaki evlerden yer altına açılan kuyulardan sarkıtılan kovalarla su çekilir, balık tutulurmuş. Yorulmaz rehberim böyle anlattı. Ne enerji.!
Çıkışta 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleymanın ağalarından Caferağa tarafından yaptıran ve ağanın adını taşıyan Caferağa medresesine gittik. Hem tarihi bir mekanda çay kahve içebilir, hem de dinlenirken geleneksel el sanatları çalışmalarını izleyebileceğiniz bir yer ama maalesef medrese beklentilerin altında kaldı. Gerçi bahçe ortamı yine de hoş ama ben derim ki vaktiniz darsa zaman kaybetmeyin. Topkapı müzesine gitmek üzere Soğukçeşme sokağından geçiyoruz. Sokağın bir yanı Ayasofyanın duvarı iken diğer yanına derinliği az görece uzun binalar sıralanmış. 19. yüzyılda İstanbulu ziyaret eden gezginler eserlerinde bu sokaktan çokça söz etmişler(miş). Adını 3. Selim döneminde yapılan bir çeşmeden alan, civarın en eski sokaklarından biri;sokaktaki evler restore edilip butik otel olarak işletilmek üzere Turing kurumuna tahsis edilmiş ama sanırım bu otelden sadece kargalar yararlanıyor. Sokakta in cin top oynuyor. 
Topkapı Sarayı Müzesi
11:15 te, müze bahçesinde mehteran takımının sunumu varmış yetişip dinleyelim diye acele ettik. Ettik de ne oldu? Ellerimiz boş kaldı. Aldatıldık. 
Girişte Müze kartlarımızı kullandık. Aksi durumda bilet gişesinde sıra gelmesi bir saati geçerdi. Müze gezecekseniz bu kartı edinin. Üç müze bile gezseniz kendini amorti ediyor. Üstelik her bir müzeye kart kullanarak yılda iki kez girebiliyorsunuz. Yalnız dikkat! Kimliğiniz yanınızda olsun. Görmek isteyebilirler.
Rehberimiz Topkapı sarayıyla ilgili öyle çok anlattı ki hangisini buraya yazsam bilemedim. Anlatıyor bir de arada çaktırmadan sınav yapıyor. Eğer Burhan Dursun rehberliğinde geziyorsanız dikkatli dinleyiniz.
 15. yüzyıl sonlarına doğru  Bizans akropolinin olduğu yere, Hipodromun hemen yanı başına yapılan saray Ayasofya müzesinin  yanı başından sahile kadar, Sirkeciyi de içine alacak şekilde Galata köprüsüne kadar olan alanın neredeyse tamamını kapsayan büyüklükte.  Toplam alan resmi verilere göre 700 dönüm. Sultan Abdülmecit'e kadar olan dönemde İstanbul'un alınmasından sonra tahta çıkan padişahların hepsi burada yaşamış. Sonra Balyan'ların yaptığı Dolmabahçe ve Yıldız sarayları konut oluyor. Topkapı sarayı müzesi Cumhuriyetin ilk müzesi; 1924 yılında kurulmuş. İç içe avlulardan oluşan sarayın dış avlusuna Birun, ikinciye ??? üçüncüye  enderun denirmiş. Bir de mabeyn vardı ama o neydi? 
Erk uğruna neler yapılmış. Çekilin köşenize uslu uslu di mi? Ne o kılıç elinizde. Biraz kitap okuyun, icat yapın. Tamam şiir falan yazıyorsunuz, sanatkarsınız ama diğerleri de gerekli. Neyse şimdi bana kızar birileri. E yalansa yalan deyin. 
Birun(dış) bölümde ikincil işlerin yapıldığı lojistik binalar ve bu işlerde çalışanlar bulunurmuş. Pek çok konsere ev sahipliği yapan ve silah müzesi olan Aya İrini kilisesi bu bölümde. İkinci avluda divan toplantılarının yapıldığı divan-ı hümayun ve üzerinde adalet kasrı 
yükseliyor. 
Kasr padişahın adaletini temsil ediyormuş.  Kasrın tam karşısında yer alan mutfak yıllardır kapalı ve restorasyondaydı. Mutfak bacalara karşı yapılan brifingden sonra içini gördük.

 Ben restorasyona girmeden görmüştüm mutfağı. Açık söyleyeyim yıllardır uğraşa uğraşa bunu mu yaptınız demek istiyorum. Bir sofra düzeni mizanseni bile yapmamışlar. Yalnız muhteşem sofra eşyaları var. Şerbet güğümleri, lokumluklar, sofra takımları, çatal-bıçak takımları, sofra örtüleri, bardaklar, kocaman kazanlar. Mutfakta olduğumuz bu kazanların oturtulduğu beton sütunlar ve başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz bacalar olmasa hiç belli olmuyor. 
Divan-ı Hümayun'un yanı başından müze kart geçmediği için 15 lira ödenerek hareme giriliyor. 
Güya restore edilmiş ve ediliyor. O kadar çok turist geliyor ve para bırakıyor ki böyle bir yerde gerekçesiz bakımsızlık inanılmaz. Harem zaten insana kendini bir hapishanede hissettiriyor. 
          
Yüksek duvarlı güzel binalar, işlemeler, küçük küçük odalar; Muhteşem Yüzyıl dizisindeki kocaman odalar gerçekte yoklar. 
Cariyelerin yaşadığı odaların olduğu bina hoş görünüyor. İçini görmeye izin yok. Padişahların ve valide Sultanların odaları küçücük, daracık. Ben padişah olsam katiyen o odalarda oturmam. 
 3. Ahmetin has oda olması için yaptırdığı yemişli oda kapalı ancak yansımalardan görebilirseniz penceresinden fotoğrafını çekebildim. 
 Sultanlar burada yemek yerlermiş. Ahşap üzerine lake tekniğiyle Minyatür üslubunda yapılan meyve kompozisyonları Osmanlı resim sanatında batılı anlayışın başlangıcına işaret ediyor(muş tabii ki. Ben ne bileyim. Öyle deniyor)
Valide Sultan ve padişah odaları tavanlara kadar vitray ve çini kaplı. tavan süslemeleri şahane. İşte size ceylan derisinden yapılma bir tavan süslemesi.
Altınlı yol adıyla tanımlanan taşlık bir koridordan geçtik.
 Rivayete göre cariyeler ya da Harem kadınları diyelim, burada sıralanır, padişah önlerinden geçerek altın saçarmış. E onların eli de armut değil altın toplar bu durumda.
 En beğendiğim oda 3. Muratın has odası. İstanbul liman manzaralı.
Enderunda haremin çıkış kapısı, arz köşkü, Fatih köşkü, Saray okulu, 3. Ahmet kütüphanesi, Saray camisi gibi yapılar var. 
Bir avlu daha var ki burası padişahın işlerini yürüttüğü, sarayın en yüksek makamı diyeyim siz anlayın. Revan köşkü, Bağdat köşkü vs. burada. Köşk deyince gözünüzde büyük bir şey canlandırmayın. Küçük küçük binalar. O zamanın anlayışı öyleymiş. Zaten sarayın kendisi de gecekondu usulü yapılmış gibi sıra sıra, birbirine benzemeyen, farklı üsluplarda yapılardan oluşuyor.
Kutsal emanetler ve hazine demirbaşları dördüncü ve en içteki avluda sergileniyor. İçeri girmek için uzun kuyruklar vardı. Limana gemi geldiği günler Sultanahmet civarı ve Topkapı Sarayı her zamankinden daha kalabalık olur. Bu günde o günlerden biri.
Sergilenen mücevherleri defalarca gördüğüm için uzun kuyruklarda beklemektense bahçede çimenlerde oturup rehberimle sohbet edeyim dedim. Çim dediğime bakmayın. Hepsi ayrık otu. Hemen bir görevli geldi. Çimlere oturmayın diye. Ya bunlar ayrık otu. Neyse amirleri fırçalamasın diye kalktık orta yerdeki banklara oturduk. Her yerde insanlar çimlere, ota değil, yayılır yatar bizim memlekette ayrık otuna bile oturulmaz. Yassah hemşerim!
Harem ekstra ücrete tabi olduğu için genellikle ziyaret edilmez. Tefriş edilmemesine rağmen saray yaşamına ilişkin ip uçları için haremi görmek gerek. Çünkü diğer bölümler;Değerli mücevherler, çeşitli boy ve modelde saatler, kutsal emanetler, silahlar, taht ve kap kaçak sergilenen taş duvarlardan ibaret. 
Müzede değişik zamanlarda etkinlikler ve sergiler de düzenleniyor. Zaman zaman sitesine girip bakarak takipte olmakta fayda var.
Saat oldu iki buçuk. Açlıktan mideme kramplar girdi gibi bi şey oldu. 
Herkes özgür takıldı. Tarihi Sultanahmet köftecisinde köfte yemek gafletinde bulunmuştum bu kez yemeklerini sevdiğim Lale restorana gittik.
Sultanahmet 60'lı yıllarda doğuya ilgi duyan, Hindistana gitmek için Anadolu'dan geçen hippilerin uğrak yeriymiş. Başlangıçta tatlıcı olarak kurulan restoran zamanla adını zor söyleyen/tatlı seven çiçek çocuklarınca Puding Shop diye anılır olmuş. Zaman içinde geleneksel yemeklerin servis edildiği restorana dönüşünce ün saldıkları adı tabelalarına eklemişler. Güzel yemekler yedik ama emeklilik öncesi günlerimde hissetmediğim güzellikte hesap geldi. Ne yapalım açlıktan fiyat listesine bakmayı akıl edemedik. 
Ayasofya Müzesi
 Müze kartın geçtiği müzelerden biri daha. Zaten Kültür Bakanlığına bağlı tüm müzelerde kart geçerli.
 Bazilika planlı kilise tam üç kez yapılmış. Doğu Roma imparatorluğunun İstanbulda yaptırdığı en büyük kiliseymiş. Mimarları:Milaslı İsidoros ve Aydınlı Antemios
  Bizans imparatorlarının taç giydiği kiliseye önce Büyük Kilise denmiş sonra ise Ayasofya adını almış. Dillere destan kubbesini ise herkes bilir. Bilir di mi? Kubbenin hafif basık dairesel çapı 30 metre ile 32 metre arasında değişiyormuş. Mimar Sinan Selimiye camisinin kubbesini yaparken Ayasofyanın çapını dikkate almış. Amacı daha büyük bir kubbe yapmakmış. Bir kaç santimle amacına ulaşmış. Justinyanus Ayasofya tamamlanınca "Süleyman seni geçtim" diye bağırmış. Bu durumda Sinan hem Hz. Süleymanı hem de Justinyanusu geçmiş oluyor. Birinci belli. Konumuza dönelim. Zeminde + işaretlerini görenleriniz vardır. Ben görmemiştim. Bu işaretler Ayasofyanın kubbe çevresindeki noktaların yerdeki izdüşümleriymiş. Rehberimin anlatırken yaptığı gibi + işaretleri üzerinden yürüyerek kubbe etrafında dönmüş gibi yapabilirsiniz. 
 Fatih Sultan Mehmet İstanbulu aldıktan sonra kiliseyi camiye dönüştürmüş. Cami olmanın gerekleri minber, minare, hünkar mahfili  gibi eklentiler zaman içerisinde tamamlanmış. Kıble yönü kilisenin kudüse bakan yönünden farklı olduğu için orada bir simetri bozukluğu görülüyor. Kilise-Cami 1935 yılından itibaren müze olarak hizmet vermeye başlamış.  
Dilek sütunundaki deliğe parmağınızı sokup saat yönünde elinizi oradan çıkarmadan 360 derece döndürünce ne isteğiniz varsa oluyormuş. Rehberimin bu dönüşü yapabilmek için bir tekniği var. Rica ettim hareketi benim videoya çekmem için açık seçik yaptı. Peki ben ne yaptım. Çektiğimi sanıp çekemedim. Tur bitince tekrar deneyelim dedik ama öylesine kararmıştı ki ortalık bu kez de silik soluk karaltılardan başka bir şey çıkmamış. Burhan rehberim teşekkürler ama gördüğünüz/göremediğiniz gibi bir videoyu çekemedim.
Üst kata çıkış eğimli taşlık bir alandan helezoni bir güzergahla yapılıyor. Taşlar kullanılmaktan ayna gibi parlıyorlar(!).
Kubbe altındaki pandantif tabir edilen üçgenimsi bölgelerde cennette tanrının tahtını koruduğu düşünülen bir baş ve altı kanatlı Serafim meleklerinin tasvirleri var. Bunlar Osmanlı döneminde İslamda yasak olması bakımından kapatılmışlar. Bir tanesinin yüzü 2009 yılında açıldığında epeyce ilgi çekmişti.
İmparatoriçe locasından müze kalabalığına bakış. Tam karşıda görünen büyük madalyonlarda Allah, Muhammed, dört halife, Hasan ve Hüseyinin adları yazılıymış. 
Ayasofyanın üst salonundaki pencerelerinden birinden Padişah ve çocuklarının türbeleri ile Sultanahmet camisi böyle görünüyor.
Hazreti Meryem, Vaftizci Yahya ve Pantakrator İsa'nın betimlendiği 13. yüzyıl Doğu Roma resim sanatının dönüm noktası Deisis freskinin önündeyiz. 
 Vaftizci Yahya ve Meryem ana bir yana İsa'nın yüzünün altın oran kullanılarak yapılmış olduğu çok açık bir şekilde görülüyor. Fresk yıpranmış elbette ama sanat tarihçilerince tam halinin gerçekte böyle olduğu düşünülüyor.
Bizans imparatoru II. Komnenos ve imparatoriçe Eirene'nin onarımda kullanılmak üzere kiliseye yaptığı bağışı gösteren fresk.

Gördüğünüz gibi reklamcılar her dönemde iş yapmışlar.

İniş tırtıklı taş bir yoldan yapılıyor. duvarlarda kullanılan tuğlalar ve arasında kullanılan harç kalınlığının aynı olması sağlamlık ve hafiflik içinmiş. Hatta kullanılan tuğlalardan öğütülerek sıvanın içine  karıştırmışlar.
 Çıkışa geldik ki tam karşımızda bir mozaik var ama bir de tuhaflık. Bu ne ola kiii derken Burhan rehberim "Çıkış sırasında unutulmasın ve görülsün diye kapının çıkışa göre ters tarafında kalan mozaiğin görünürlüğünü sağlamak için ayna koymuşlar." dedi.
İyi yapmışlar. Süper bir fikir. 1849 yılında Ayasofyanın onarımı sırasında gün yüzü gören çıkış kapısındaki bu mozaikte Meryem ana, I. Konstantin ve Justinyanus görülüyor. 

I. Konstantin şehrin, Justinyanus ise Ayasofya kilisesinin maketini Tanrı anası Meryeme verirken tasvir edilmişler. Böylece 10. yüzyılda yapılan mozaikle Meryem ananın şehrin ve kilisenin koruyucusu olduğu dosta düşmana duyurulmuş. 
http://ayasofyamuzesi.gov.tr/
O kadar öğrenmeyle geçti ki günümüz müze dükkanlarına uğrayacak vaktimiz olamadı.
Vedalaşıp ayrıldık. 

Divanyolu caddesinde Çiğdem pastanesine gidip çay eşliğinde kızımızın burada yemeyi çok sevdiği çilekli tart yedik.