10 Temmuz 2014 Perşembe

EDİRNE'DEN SELAMLAR
Yeşneyle beraber İstanbul'dan  yola çıkıp Ziya görevde olduğu için hafta sonunu ailece geçirebilmek amacıyla 5 Temmuz sabahı Edirne'ye hareket ettik. İki buçuk saatlik yolculukla ulaştığımız temiz ve sakin Edirne otogarından önceden rezervasyon yaptığımız öğretmenevine gidip pasaklı odasına yerleştik. Ziya'nın işi bitene kadar daha önce birkaç defa gezdiğimiz şehri dolaştık. Önce Selimiye Camisi ve arastası sonra meşhur Aydın tava ciğercisi ziyaret edildi.  Selimiye camisi Edirne'ye gelenlerin mutlaka gördükleri mimari eserlerden. Sultan Selim tarafından 1569 yılında Mimar Sinan'a görev verilip yapımına başlandıktan altı yıl sonra bitirilen kare planlı cami şehrin her yerinden görülebilecek bir tepeciğe kurulmuş. Sinan; Şehzade camisini çıraklık, Süleymaniyeyi kalfalık Selimiyeyi ise ustalık eserim diyerek yaptığı en kıymetli eser olarak tanımlamış. Tam kare planlı oluşu ile karenin simetri eksenleri üzerinde, şehrin herhangi bir yerinde bulunan bir kişi için dört minaresi iki ya da üç minare yanılsamasına sebep olur. 

 Her birindeki üçer şerefe akşam olup ışıkları yanınca görsel bir şölen sunan minarelerin ikisinde şerefelere tek merdivenden-yoldan çıkılabilirken diğerlerinin üç şerefesine çıkmak için birbirinden bağımsız üç ayrı merdiven olduğu bildiriliyor. Minarelere çıkan merdivenler dardır. Ne işimiz vardı da çocukken çok çıkardık bilmiyorum ama o zamanlar bile dar ve sıkıntılı gelirdi. Şimdi çık deseler cesaret edemem. Üç ayrı yol demek epeyce dar merdiven demektir gibime geliyor. Caminin içindeki müezzinler mahfilindeki mermer ayaklardan birine oyulan ters laleyi fotoğraflamak istedim ama koruma amacıyla üzerine kapattıkları şeffaf akrilik parça hem görünmeyi hem fotoğraf makinesi ile görüntü almayı zorlaştırmış. Cami, kubbesi, minareleri, içindeki dekorasyonda kullanılan İznik çinileri, arastası ve etrafındaki diğer tüm sosyal alanları ile 2011 yılında Unesco Dünya Mirası olarak tescil edilmiş. Ayrıca en iyi düzenlenmiş Osmanlı  külliyesi olduğu kabul edilmiş.
http://whc.unesco.org/en/list/1366
Selimiye camisine çıkışı olan Arasta; Gelir getirmesi için 3. Murat döneminde caminin altına doğru, 73 adet kemer ve 4 kapısıyla upuzun ve kanatlı, her türlü eşyanın satıldığı bir ilgi odağı. Her zamanki gibi çok kalabalıktı. İlk yapıldığında çatı kaplamasında kullanılan kurşun plakalar zaman içerisinde sökülerek onarım işlerinde kullanılmış. 17. yüzyıldan beri yapılagelen meşhur Edirne sabun meyveleri, çeşitli renk, koku ve boyutta sabunlar, Edirne süpürgeleri ve daha nice eşya satılmak için göz süzüyorlardı. 


 Edirne süpürgesi sapına çakılı kabara ile sahibi olduğu kadının bekar, kapıya asılı ise evde evlenecek yaşta kız olduğunu simgeliyormuş. Gelin çeyizinde de yerini alan süslü süpürgeler havayı süpürürmüş gibi yapınca kötülükleri kovar, nazarı def edermiş(!).
Bizans imparatoru Hadrianus döneminde yapılan Edirne kalesinin büyük bölümü yok olmuş. Hem kalede hem yeni saray denilen Saray-ı Cedid-i Amire alanında gerçekten uygulandığı şüpheli görünen kazı çalışmalarına ilişkin tabelalar gördük. Kalenin dört adet burcundan biri, Osmanlı döneminde Makedonya, Kafes kapı, Germe Kapı ve Zindanaltı olarak anılan kulelerden Zindanaltı, adından anlaşılacağı üzere zindan ödevi yapmış. Geçirdiği çeşitli badireler sonucu günümüze ulaşabilen tek burç Makedonya kulesi.

 1866 yılında yıpranan Makedonya kulesinin gövdesi üzerine ahşap malzemeden çıkılan ek katlar bir yangın sonucu yok olunca 1894'te bu kez kesme taştan, saat kulesi olmak üzere ayağa kaldırılmış. Fransa'dan getirtilen saatler dört cepheden görülecek şekilde yerleştirilip saat kulesi adını almış. Bu işlevini de zaman içerisinde yitiren kule şu anda son aşamalarında görünen restorasyonun ardından arkeoloji müzesi olarak ziyaretçilerini kabul edecekmiş. Müjdeyi ben vermiş olayım.
Akşama doğru Ziya ile buluştuk. Sevimli ve neredeyse her yüz metrede bir heykel, minik bir havuz olan çarşıda biraz dolaştık. Şehrin birçok noktası çeşitli heykel, sembolik anıt ve insana kendini iyi hissettiren minik havuzlarla süslenmiş.

                             
 Çarşıda birer dondurma yedikten sonra 2. Bayezit külliyesine gittik ancak ve elbette ki kapalıydı. Zararı yok iki kez ayrıntılı bir şekilde gezip incelemiştim. Hatta burada kullandığım fotoğraf önceki ziyaretimdendir. 
1484-1488 yılları arasında 2. Bayezıt'ın yaptırdığı külliyenin bir kısmı sağlık müzesi. Edirne'ye gidenlerin mutlaka uğradığı müze;15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar tıp alanında yapılanların anlatıldığı minyatür, resim ve tıp eşyalarıyla görülmeye değer. Küçüklüğümüzde ödümüzü patlatan, bir hastada kullanıldıktan sonra kaynatılıp diğer hastaya da tedavi aracı olan enjektörlere bakakaldım. Kimileri der ya eski çağlarda dünyaya gelseymişim diye asla ve kat'a.. Düşünsenize anestezi olmadan ameliyat falan yapıyorlar. Ne yapayım ben romantik ama bitli elbiseleri.. Darüşşifa kısmında akıl ve ruh sağlığı hastalarının bakımları, tedavi süreçleri konu mankenleri kullanılarak, tedavi sürecinde kullanılan müzik ve su teması eşliğinde canlandırılmış. 2004 yılında Avrupa Konseyi Avrupa Müze ödülünü, 2007 yılında Avrupa Kültür Mirası-Mükemmellik kulübü En İyi Sunum ödülünü almış.
http://saglikmuzesi.trakya.edu.tr/pages/genel-bilgi#.U75wVfl_tEN
Külliyenin önündeki İpekibrişim ağacını ablam için çektim. Gerçekten güzel ağaç. Çiçekleri bir harika.
Külliye 1923 yılından beri Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi yolu üzerinde. 
Adı hep geçen ama kimsenin bilmediği Edirne sarayı, adını verdiği Sarayiçinde. 1. Murat'ın Edirneyi alıp güreşçiler tekkesini kurmasıyla  her yıl güreş yapılması geleneksel olmuş. Önceleri Nazif Ağa tarlası denen yerde yapılan güreşler, Balkan savaşları sonrası tarlanın Yunanistan tarafında kalmasıyla Virantekke denen yerde yapılmaya devam etmiş. Cumhuriyet dönemiyle beraber Tunca'nın kolları arasında bulunan Sarayiçinde yapılmaya başlanmış. İlk kez  gördüğüm Sarayiçi, genişçe bir meydan. Güreş ve diğer sosyal-sportif etkinliklerde kullanılmak üzere stadyum benzeri bir yapının önünde Altın kemerli, eski ve ünlü güreşçilerin heykelleri bulunuyor. 

Kurtdereli, Kel Aliço ve Koca Yusuf ile
 Efsaneye göre Yunanistan sınırları içinde bulunan Kırkpınar'da, sabaha kadar mum ve fener ışığı altında sürüp ölümle sonuçlanan güreşe ithafen güreş davetlerinde kullanılan kırmızı dipli mum simgesini fotoğrafladım. Meydanın her iki yanında biri  Fatih diğeri Kanuni adlı iki köprü var. Fatih köprüsünün bir ucundaki Adalet kasrı ihtişamlı bir şekilde etrafı izliyor. 

Adalet Kasrı; Kanuni zamanında, şimdi kalıntılarıyla belirli Edirne sarayına ilave olarak yapılmış, sarayın sağlam olan tek parçası. Kasrın önünde iki adet küçük dikdörtgen prizma taş gördük. Bunlardan sağdaki seng-i arz;halk  gerçekleşmesini istediği dileklerinin yazıp buraya bırakırmış, soldaki seng-i ibret;cezalandırılanların kesik başları sergilenirmiş. Ruh daraltıcı değil mi? 

Sultan Abdülaziz'in Avrupa seyahati dönüşünde Edirneye uğraması şerefine kulenin yanı başına bir dikilitaş koyulmuş.  Yeşne Lozan anlaşması sonucu bizde kalan, Meriç'in ötesindeki tek Türk toprağı ve anladığım kadarıyla Edirnenin sosyal yaşam damarı Karaağaç'ı hiç görmemiş. 
İtalyanların Tunca köprüsünün ayağında elektrik üretimi için kurdukları, Edirne'nin elektriğini sağlayan, ihtiyaç kalmayınca sokağa atılan ev eşyası gibi ortada kalan mahzun binayı sevip
sırasıyla Tunca köprüsü, iki köprü arası denen restoranların bulunduğu bölge ve
 
Meriç köprüsünden süzülüp Arnavut kaldırımlı (Yola bu taş döşenince neden Arnavut taşlığı, Arnavut yolu değilde kaldırımı dediğimizi hala çözebilmiş değilim. Çözen var mı?)yoldan tıkır tıkır geçerek, koca çınar ve diğer ağaçların gölgesinde Karaağaç'a geldik. Burada Lozan müzesi, Lozan anıtı ve Sirkeci garı örnek alınarak yapılan ancak şimdilerde Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak kullanılan Edirne Tren garına geldik. Ziyaretçiler eski trenlere çıkıp-platform olmadığı için çok zor-makine dairesinde makinistlik yapıyormuş gibi fotoğraf çektiriyorlar. Ben de çektirdim ama lokomotife çıkarken çektiğim çileyi görseniz ağlarsınız. Lozan anıtı üçlü bir kule ile onları tutan bir çember kombinasyonu. 
En uzunu Türkiye, ortanca olanı Trakya, en küçüğü Karaağaç'ı simgeliyor. Kuleleri tutan beton çember birliği, genç kız, estetik, zerafet ve hukuku, kızın bir elindeki güvercin barış ve demokrasiyi, diğer elindeki belge Lozan antlaşmasını temsil ediyorlar. Vallahi yazarken yoruldum. Epeyde geç oldu ve acıktık. 
 Beraberce Meriç kıyısındaki restoranların birinde bir şeyler yedik ve Ziya'nın ısrarları ile Hıdırlık tepesine gittik. Edirne oradan çok güzel görünüyor demişler. Evet Edirne görünüyor ama çok güzel falan değil. Üçlü karar: Buraya çıkmak zaman kaybı.
Sabah öğretmenevinde kahvaltımızı yaptık. Ziya göreve biz şehrin hiç görmediğimiz yerlerine gittik. İnformasyon bürosunu yeterli ilgi göstermediğimizden olsa gerek bulamamıştık. Küçücük 150 bin nüfuslu şehirde bulunmaz mı? 
Öğretmenevi görevlisi beyefendi bize şehrin turistik bir haritasını verdi ve haritada bulunmayan bir kaç yere işaret ederek yol tarif etti. Edirne merkezde minaresi çeşmeli ancak kuru eski camiye gittik.
 Tertemiz pırıl pırıl. İçeride koku ve dağınıklık yok. Çok büyük olmasına karşın sevimli sempatik görünüşüyle sanki küçük mahalle camisiymiş gibi sarıp sarmalıyor. Bir de Osmanlıdan günümüze kalmış ilk orijinal abidevi yapıymış. 

İçi Şamdaki Umeyye camisini çağrıştırdı.

Günümüze kadar çeşitli restorasyonlar geçiren cami, Fetret devrinde, 1403 yılında, Süleyman Çelebi tarafından yapımına başlanıp 1414'te 1. Mehmet döneminde tamamlanmış. Caminin hemen yanı başında 1569 yılı yapımı Ali Paşa çarşısını görüyoruz. 
Kanuni zamanında kuyum işleriyle uğraşanlar için yapılmış ancak bu işlevini turistik ürünlere kaptırmış. 
               
Çarşının kapılarının birindeki Kervan şekercisi her gittiğimizde tercih ettiğimiz, Badem ezmesi, Kavala kurabiyesi ve Acıbadem kurabiyesi aldığımız yer. Keçecizadeyi tercih edenler çok ama burayı deneyin derim. Çarşı içindeki çok sayıda yerel üreticinin satışa sunduğu süt ürünlerini unutmayın!
Buraları tavaf ettikten sonra Karaağaç'a tekrar gittik. Bu kez Pazarkule sınır kapısına gidip Yunanistan'a selam verdik. Dönüş yolunda yetiştirdiği ürünleri tarlasının kenarında satanların birinden taptaze sebzelerimizi aldık. 
Balkan Müdafii namlı Şükrü Paşa anıtı ve şehitliğin arkasındaki tabyalara gittik. Tabyalar müze olarak düzenlenmiş. Müze teması:Balkan savaşlarının sebep ve sonuçları ile süreçte yaşananlar. Müze, resim, fotoğraf, çeşitli dokümanlar, eşyalar ve canlandırmalarla hazırlanmış. En çok kıtlık nedeniyle sıhhat müdürünün itirazına rağmen belediye meclisince un yokluğundan ekmeğe yüzde on oranında kum katılması kararının yazılı olduğu fotoğraftan etkilendim. 
Tabyaları müzeye dönüştürmek güzel bir fikir olmasına rağmen belli ki işi iyi bilen birilerinin elinden çıkmamış. 
En kısa zamanda yeniden düzenlenmeli.
Şehir içindeki Kıyık caddesinden yukarılara doğru tırmanıp mahalle arasındaki Bulgar Swti George Kilisesini bulduk. Sultan 2. Hamit'in izniyle 1880 yılında yapılmış. 
Bakımlı, içi-dışı tertemiz, albenisi yüksek kiliseye girince tanrının gözü sembolüyle yüz yüze geldik. Kiliselerdeki tanrının gözü sembolü;Tanrının her an her yerde olduğu, ne yaparsak yapalım gördüğü, bildiği mesajını verir. Kilise hakkında kısa bilgi aldığımız görevli Birol Bey, bakımını yaptığı bir diğer kiliseye ki aramamıza rağmen bulamamıştık, gidecekmiş. Beni takip edin dedi. O önde motoruyla biz arkalarında arabayla kestirme yollar kullanarak caddeye çıkıp mahalle arasında, bahçesi çok bakımlı içi diğeri kadar olmasa da güzel ama tertemiz 1869 yapımı Aya Konstantin ve Aya Elena Bulgar Ortodoks kilisesini ziyaret ettik. 

Birol Bey ve eşi sıcacık, samimi kişiler.
  1907'de Edirne Yahudi topluluğunun ihtiyacını karşılamak için kurulmuş Avrupa'nın üçüncü büyük sinagogu olduğu söylenen Büyük Edirne Sinagog'unu görmeye gittik. 
 Önceki gelişimde tam bir virane görünümünde olan sinagogun maalesef zahmet edip fotoğrafını çekmemişim. Vakıfların restorasyon çalışmaları sonuç vermiş ve verecek görünüyor. Türkiye Sinagoglarının karakteristik müziği Maftirim burada doğmuş. Hazanlar sabahları diğer sinagoglardaki işlerine gitmeden önce burada toplanırmış.
(Linkini verdiğim fotoğraf için sahibinin iznini almadım. Umarım bana kızmaz.)
Kale içinde bulunan Sinagogu görmeye gittiğimizde şiir gibi bir eski Edirne gördük. 1435 yılında 2. Muratın yaptırdığı Dar-ül Hadis camisi bahçesindeki yeşil ortam, şıklığı, temizliği ve gelenlerin bahçede dinlenmesi için koyulan banklarıyla tam not aldı. 
2. Murat, 2. Mustafa ve 3. Ahmet'in çocuklarının mezarları bu caminin avlusunda. Kaleiçi denen bu bölgedeki eski Edirne evlerinin güzelliğini görseniz, görün lütfen! 


Acıkınca yolumuz yine ciğerci Aydın'a düştü. Günlerden pazar ve ciğerci Aydın meğer kendine tatil günü yapmış dinleniyormuş. Gerçi çok müşterileri olduğu için bir parça nezaketsizler ama sefaları olsun. Dinlenmek herkesin hakkı. Hal böyle olunca bitişiğindeki restoranda yedik. En az dünkü kadar lezzetliydi. Afiyet oldu.
Edirnede birbirine çok yakın ve çok büyük camiler, arastalar, hanlar ve daha bir çok tarihi kalıntı şehrin tamamını bir açıkhava müzesine dönüştürmüş. Hepsini göremediğim bu kalıntılar ve yaşamını sürdüren tarihi yapılardan örneklemeler şehrin ne kadar görülesi olduğunu anlatıyor.
Gülay'ın sesinden Edirne-Meriç türküsü BABUBA

7 Temmuz 2014 Pazartesi

 “ULAŞIM  MÜZESİ OLUR MU?”  DEMEYİN, 
OLMUŞ HEM DE ÇOK GÜZEL
Mine Kayam


Kuzey İtalya’nın her şeyine alıştım da yağmuruna alışamadım. Cuma gününe yaptığımız planlar yağmur nedeniyle iptal olunca evde boş boş oturmak sıkıcı geldi ve hemen kısa bir araştırmayla bize çok yakın olan Ranco’da bir ulaşım müzesi olduğunu gördüm.
Ranco, Lago Maggiore kıyısında genelde yazlık sitelerin olduğu  çok şirin bir sahil kasabası.
Müzeye girerken sizi Francesco Ogliari’nin büstü ve hoş geldiniz diyen yazısı karşılıyor.
 
 Bu yazıda: Bu müzenin  kırk yıllık ulaşım sevdasının  ürünü olduğunu söylüyor.
Francesco Ogliari 1931-2009 yılları arasında yaşamış ve gerçekten ulaşıma sevdalıymış. Bu konuyla ilgili sekiz ciltlik bir kitabı varmış. Kırk yıl boyunca biriktirdiklerini bu müzede sergilemeye 1954 yılında karar vermiş, müzeyi açmış ve yönetimini de kendisi üstlenmiş.
Müze altı bölümden oluşuyor.
 İlk bölüm “atlı” ulaşım.
 
 Şu anda bana çok hoş görünüyorlar ama o zamanki insanlar ne düşünüyorlardı bilemem. Atlı taşımada bana en ilginç maden ocakları geldi. Kömürler ocaktan atlarla çıkartılıyormuş. Onlara bakarken Soma’yı anmadan yapamadım.
                  
 İkinci bölüm,”buharlı” araçlar. 
Burada da çok güzel trenler var.
 Böyle bir vagonda kim seyahat etmek istemez.!
 
 İstasyon olur da bar, lokanta olmaz mı?
Buhardan sonraki durağımız,
 üçüncü bölüm “elektrikli” ulaşım araçları.
 
 
 Elektrikli de hemen metro göze çarpıyor. (benim fotoğrafım çok kötü olduğu için internetten almak zorunda kaldım.)
 
 Sonraki bölümümüz “motor”.
 
Fiat’ın ürettiği ilk benzinli araçlardan biri olan bunu çekmeden yapamadım. Bu bölümde daha çok otobüsler vardı.
Dördüncü bölüm “gökyüzü”. 
Burada araçlarda tabi ki elektrikli ama gökyüzü diye ayırmışlar.
Bu bölümde ise teleferik telesiyej türü araçları var. Burası dağlık bir bölge olduğu için kış sporları oldukça fazla yapılıyor, bir de dağlara “funivia” dedikleri bizim teleferikler gibi ama daha çok tren vagonu havasındaki araçlarla çıkıyorlar.
Son bölüm ise “La Città Ideale” yani ideal şehir. Ogliari Leonardo da Vinci’nin ideal şehrinden etkilenerek burayı yaptırmış ve bu çalışma birçok eleştirmen tarafından “başyapıt” olarak tanımlanmış. Burada tüm teknoloji var ama insan hayatını olumsuz etkilemiyor. Hayat çok düzenli, kırmızı, sarı, yeşil ışıklar yanıp sönüyor, tüm ulaşım araçları düzenli çalışıyor, trafik çok düzgün akıyor, insanların evlerinin girişi birbirine bakmıyor. Şehirlere hayat veren tüm araçlar var ama hiç rahatsız edici değil. Ben gördüğümde çok etkileyici buldum. Fotoğraflarım o kadar etkileyici oldu mu bilemiyorum.
 


 
 Bunlarda müzede hoşuma giden diğer kareler.
 
Bisikletler değil ama bisiklet parklarının güzelliğine bakar mısınız?
 

 
 Müzeye giriş ücretsiz, sadece bağışlarla ayakta duruyormuş. Girişte bağış niteliğinde müzenin kitapları satılıyor ama maalesef İtalyanca. Biraz bakımsız kalmış, bence sembolik bir ücret alınıp bakım yapılabilir. Pazartesi günleri kapalı. Ziyaret saatleri maalesef çok kısıtlı.
1 Nisan  1Eylül arası 10.00 -11.30 ve 15.00-18.00 arası. 1 Eylül 31 Mart arası ise 10-11.30 ve 14.00 – 15.30 arası.