8 Kasım 2014 Cumartesi

BİR KÜÇÜCÜK MÜZECİK-11
Türvak Sinema-Tiyatro Müzesi
Geçtiğimiz hafta sonunu ailece İstanbulda, Beyoğlunda geçirdik. Dolaştık, kokoreç yedik, bira içtik, minik iki müze gezdik, üşüdük, yemek yedik, biraz da alışveriş yaparak Ziyanın canını sıktık. Kısaca çekirdek aile faaliyeti yaptık. Müzelerin biri Türker İnanoğlunun kurduğu TÜRVAK Sinema Tiyatro müzesi ve sanat kitaplığı, diğeri Galatasaray müzesi. İki minimoy.
Türk sineması bu yıl 100. yılını kutluyor. AKM önündeki sinema koltuklu bu duyuruyu pek beğendim. Ya siz?
TÜRVAK Sinema Tiyatro müzesi ve sanat kitaplığı Galatasaray lisesinin yan sokağında dört katlı bir binada kurulmuş.
 
Asansörle dördüncü kata çıkıp sırayla katları geze geze en alt kata iniliyor. En üst katın bir bölümü Türker İnanoğlu'nun kendisine ayrılmış. Yaptığı işler, aldığı ödüller, ünlü birileriyle ve film setlerinde çekilmiş fotoğrafları, 
*
balmumundan heykeli gibi bir çok sunuyla kendisi tanıtılmış. İsmail Dümbüllü, Muhsin Ertuğrul, Afife Jale, Halit Refiğ, Lütfi Ö. Akad ve daha başka ustalar için anma köşeleri oluşturulmuş. Bazılarının mumdan heykelleri ile yanımızda hissetmemizi sağlamışlar. Toto Karaca'nın pasaportu, kimliği, sanatçılar derneğine üyelik kartı ve bağ-kur kartı sergilenenler arasındaydı. Muhsin Ertuğrul'un kendi el yazısıyla ki tıpkı babamın yazısı gibi şahane bir el yazısı, yakınlarına vasiyeti, neden sevgi duyduğumu bilemediğim Güllü Agop'un iki ayrı yerde sergilenen portreleri, üzerine yine çok ama çok güzel bir el yazısı ve kırmızı kalemle notlar alınmış senaryo ciltleri, alt katlara indikçe tv ve sinema dünyasında kullanılan teknik aletler, kameralar, film oynatma makineleri gibi büyük-küçük eşyaları, sinema ve tiyatroya emeği geçenler için oluşturulmuş köşeleri, fonda çalan, Yeşilçam filmlerinden aşina olduğumuz şarkılar eşliğinde inceledik, nostalji yaptık. 
*                   *
Film ve tiyatro sahneleri ile tv programlarında kullanılmış pek az sayıda kostüm ve  eşya da sergilenenler arasındaydı. Sırasıyla katları inerken duvarlarda hayatta olan ve olmayan, genç-yaşlı demeden sinema ve tiyatroya emek verenlerin portre fotoğrafları koridor ve salonların duvarlarını süslemiş. 
**
  Osmanlıca ve Türkçe basılmış çeşitli afişler, belgeler, biletler, el ilanları, başlığı Türkçe yazıları Osmanlıca kültür haberleri duyurusu yapan gazete örnekleri ile gerçekten başka bir boyutta gibiydik. Şimdi hayatta olmayan bazı sanatçıların balmumundan heykellerinin sergilendiği salonu gördük de nasıl gezdiysek kitaplığı göremedik. 
Müzede kendilerince haklı olduklarına inandıkları bir gerekçeyle fotoğraf çektirmiyorlar. Önce uysal davrandım çekmedim ama heykeller bölümüne geldiğimde haylaz Ayşe ortaya çıkmıştı. Çektim bir kaç tane kaçak-göçek.
*                       *
 Burada gördüğünüz fotoğrafların * işaretli olanlarının kimini kaçak kimini oradan aldığım katalogdan çektim. Kafede serbestmiş fotoğraf çekmek. Orada da bir kaç afiş ve aşağıdaki üç fotoğraftan başka pek bir şey yok.
İlk ikisi Filiz Akın ve İlker İnanoğlunun Yumurcak Köprüaltı Çocuğu filminden bir sahne ve Charlie Chaplinden aynı sahnenin kaynağı, diğeri Türk Sinemasının 100. yılı tabelası.
En az iki katı bir binada sergilenmesi gerekenler sıkış tepiş bir arada. Türker Bey'e burdan saygılarla yeni ve daha büyük bir yere taşınması önerisini getirirken gençken ne kadar yakışıklı adammış diye not düşeyim.
*
Her şeye rağmen çok keyifli bir müze. Sanki müzede değil de aile albümünün sayfalarında dolaşıyormuşuz gibi geldi bize. Giriş biletlerini eski sinema biletlerine benzettim.
Tam bilet on lira, indirimli guruba dahilseniz beş lira. 
Bir sonraki yazı Galatasaray müzesi. Yarından sonrayı bekleyin.

7 Kasım 2014 Cuma

Mine Kayam
Yedi günlük muhteşem yağmurlu günlerin ardından güneşi gördüğümüzde biraz şaşırsak da kendimizi hemen dışarı atmayı akıl ettik. Nereye? Nereye? diye haritaya baktım ve işte! Pavia! Tarihi bir şehir ve fotoğraflarda çok güzel görünüyor. En önemlisi bize çok yakın, 105 km. Sabah gidip akşam eve dönebiliriz. Bu kadar olumlu şeyden sonra hemen yola çıktık. Her şeyi düşünen ben, Besozzo da hava durumuna baktım da nasıl olsa yakın diye Pavia ya bakmamıştım. Yaklaştıkça kararan hava, cama düşen yağmur damlaları bizi biraz …hayııır …olamaaaz.. şekline soktuysa da oraya vardığımızda en azından yağmur olmadığını görünce rahatladık. Buradan aldığımız ders “ mutlaka ama mutlaka gideceğimiz yer yakın da olsa hava durumuna bakmak” oldu.
 Otopark sorun olmadı, bana önce saati 1,5 euro çok gibi gelse de hesaplayınca çok da abartılı olmadığını düşündük, fiyatlar  genelde bu civarda oluyor. 
Pavia oldukça eski bir şehir. Roma imparatorluğu çağlarında önemli bir askeri merkezmiş. Latince ismi Papia sonradan Pavia’ya çevrilmiş. Lombardlar İtalya'yı ele geçirince burası başkentleri olmuş. 1494-1559 yıllarındaki İtalya savaşlarından sonra İspanya krallığına geçmiş, 1713 de Avusturya tarafından işgal edilmiş, 1796 da Napolyon Bonapart’ın İtalya işgalinden sonra Fransız imparatorluğunun parçası olmuş, 1814 de tekrar Avusturya’nın, 1859 dan sonra da tekrar İtalya krallığının bir parçası olmuş ve öyle de kalmış. Pavia, çevresi surlarla ve tabyalarla çevrili bir kale şehir imiş. Zaman içerisinde surların altı ile tabyalar halkın ziyaretine açılmış. Duvarlar 1902 tarihinde tamamen yıkılarak yerine parklar ve bulvarlar yapılmış. Bu yaptıklarından ötürü kendilerini kınadım.
Pavia gerçekten küçük ve sevimli bir yer. 70 bin civarında nüfusu var. Küçük dediğime bakmayın, burada bir üniversite var hem de 650 yıllık. 
O nedenle üniversitenin verdiği bir hareketlilik var.  Nüfusun çoğunluğunu da öğrenciler oluşturuyor. 
Gezilecek yerlerin başında zaten bu üniversite geliyor. Ders yapılan salonlar kapalı da olsa diğer kısımları açıktı, çok rahat gezdik.
Dolaştığımız sokaklar trafiğe kapalı değildi ama kapalıymış hissi verecek kadar az araba geçiyordu, bu nedenle çok rahat dolaştık.


Burası en meşhur meydanı “Piazza della Vittoria”;Her türlü satıcıyı görebilirsiniz. 
Renklerini beğendiğimiz için bu şeker ve kurabiyecinin önünde fotoğraf çektirdik.

Yöresel ürünlerin satıldığı pazara girmeden yapamadık ve harika bir peynir aldık, daha sonra aldığımız ekmekle nefis bir peynir ekmek ziyafeti çektik. İtalya’nın peynir seçenekleri gerçekten sınırsız, ancak ben nedense damak tadıma uygunu bulamıyorum, fakat bu peynir harikaydı. 

Bu binanın adı “Broletto” 1198 de belediye binası olarak yapılmış daha sonra eklerle büyütülmüş.
Gezilecek yerlerin hemen hepsi eski şehir diyebileceğimiz yerde. Şehri ortadan ikiye bölen bir nehir var, Ticino Nehri. Nehirde iki köprü var birisi gerçekten çok ilginç şimdiye kadar hiç üstü kapalı köprü görmemiştim.
Bu köprünün adı “Ponte Coperto”,
diğeri ise klasik köprülerden, adı; “Liberty”.
 Nehir kenarındaki evlerin renkleri gerçekten çok güzeldi, bu kısım eski surların dışında gelişmiş olan bölge. Nehir boyunca çok güzel bisiklete binme, yürüme yolu var.
Pavia küçük bir yer ama tarih boyunca krallıklara başkentlik yapmış ve krallık şehri olarak anılıyor, sanırım bu nedenle oldukça büyük kiliseleri var. Daha doğrusu bunlara bazilika ve katedral demem gerekiyor. Gerçekten çok görkemli binalar. İçlerindeki işçilik görülmeye değer.
Burası Pavia D’Uomo.( Pavia Katedrali)

San Michele Maggiore Bazilikası
Bu kuleler iki tane ve orta çağdan kalma.
Bizim vaktimiz buraları gezmeye yetti. Pavianın bunlardan başka bir kalesi ve de sekiz kilometre kadar dışarıda manastırı gezilebilir. Vaktiniz kaldığında nehir kenarında çok güzel vakit geçirebilir,  her 30 dakikada bir kalkan trenle moda başkenti Milanoyu keşfetmeye gidebilirsiniz. Ayrıca Türk öğrencilerin sayısı epeyce olmalı ki üç tane dönerci gördüm. 
Kış geliyor, yağmurlar başladı ama biz yinede  gezecek yerler buluruz. 
İlk sırada Barselona var.