23 Aralık 2013 Pazartesi

FRANSALMANYA
Bölüm: 2
KARLSRUHE, HEİDELBERG
Baden-Württemberg sınırları içinde yapılacak küçük bir gezi planladık. Aslında Zürih'i ve Alsace'da Vosges dağlarının eteklerindeki şarap rotasını da gezecektik ama araç bedeli çok fazlaymış. Biz de programdan çıkardık. Ben daha önce gezmiştim ama Alsace köylerinin masalsı atmosferini bir kez daha  yaşamak iyi olurdu. Neyse konu çok dağıldı. Trenle gitmeye karar verdik ve bunun için en doğru başlangıç eyaletin bize en yakın yerleşimi Kehl'den olacaktı. 
Avrupa köprüsünün diğer ucuna geçince bu tabelalar olmasa Almanya'ya geçtiğinizi anlamanız biraz zor. Sınır(!) geçtiğinize dair ilk işaretler bunlar.
Strasbourg'dan alındığında ülkeler arası kategorisine girdiği için son derece pahalı olan tren biletini Kehl'de kişi başı 10 Euro karşılığı satın aldık. Bilet: 24 saat geçerli olmak üzere eyalet içindeki şehirler arası tren yolculuğu ve şehir içlerindeki her türlü ulaşımı kapsıyor. 
Gördüğünüz gibi son derece ekonomik. Ne demiş atalarımız(Ben): "Turist dediğin az parayla seyahat eder." Bu gezi yazısının ilk bölümünde bahsettiğim şekilde geldiğimiz Kehl istasyonunda beklerken tematik yayınlanmış National Geografik dergilerini inceledik. Almancadan bi haberiz ama resimleriyle idare ettik. Yayıncılarımız duysun. Bu dergileri bizim dergi stantlarında da görmek isteriz.

 Trenimiz tam vaktinde kuzeye doğru yola çıktı. Epeyce kalabalık olduğunu söylemem gerek. Dolmuş misali inenler, binenler, koca dana gibi valizini koltuğa oturtanlar ne ararsanız var. Sağımızda kara ormanlar alabildiğince yeşil görüntüsüyle yol boyunca bize eşlik etti.
Sonunda Karsruhe'ye ulaştık. İlk izlenim pek sevimli olmadığı yönünde. Anlatılan efsaneye göre şehir Kral Wilhelm tarafından kurulmuş. Tıpkı Gürcistan Kralı Gorgosal'ın Tiflis'i kurma öyküsüne benziyor. Kral ava gittiğinde gördüğü bir rüyaya istinaden dinlenmek için geldiği kara ormanların eteklerindeki bu düzlüğe şehir kurmaya karar veriyor. Böylece adı  Almanca kralın dinlendiği yer anlamına gelen Karl Ruhe olmuş. Bir sebep gerekiyormuş bulunmuş.
İlk olarak turizm ofisine uğradık. Elimize bir harita verip alışveriş caddesi ve saray civarına gitmemizi önerip bizi başlarından attılar. Yani biz öyle sanmışız. Başka da yer yok zaten. Bir kaç müze var ama buradan Heidelberg'e devam edeceğimiz için kısıtlı vakitte koşarak ziyaret etmek istemedik. Sır vereyim aslında müzeye girmeyi hiç istemedik. Numara yapıyorum.
Önce karnımızı doyurduk. Nordsee restoranı fast foodların kraliçesi demiş miydim?. Şimdi söylüyorum. Kesinlikle ne yiyeceğinizi bilemiyorsanız cankurtaran.!
Noel çarşıları burada da iş başında.
 
Bakına bakına giderken yol üzerinde Protestan kilisesi havasında bir katolik kilisesine girdik. 


Hava çok soğuktu. Bu soğuk görünüşlü kilise bile bizi bir parça ısıttı. 
Karlsruhe 2. Dünya Savaşı sırasında diğer bir çok Alman şehri gibi bombalanmış ve sonrasında yeniden ayağa kalkmış. 
Kısa(Yedi sekiz dakikalık) bir yürüyüş sonrası 1715'te yapılmış görece genç, azametli Karlsruhe sarayına geldik. 
 Ana binanın her iki yanında kanat gibi duran ek binalar sanki birisi gelip onları kapatacakmış gibi duruyor. 
 
Bahçe kapısından girdikten sonra sarayın iç kapısına giden yol iki taraflı çıplak heykellerle donatılan bir park olarak düzenlenmiş.
 Şehri planlarken: Sarayı bir dairenin merkezindeki güneş, caddeleri de güneş ışınları olarak düşünmüş ve öyle inşa etmişler. Müze olarak kullanılan sarayı tanıtan broşürde yazıyordu ama zihnimde tam olarak oturtamayınca google map'ın uydu görüntülerine baktım.(Eski öğrencilerim: Ayşe Hocam düşmez kalkmaz bir Allah diyor musunuz acaba???) Üşenmezseniz bir bakın. Hoş görünüyor.
Saray'ın arkası bilmem kaç hektarlık bir park. 

Park demek pek de doğru olmayabilir daha çok ormana benziyor. Yaya gezilecek bir büyüklük değil. Ancak çok küçük bir kısmını arşınlayabildik. 
Eli arkasında teftişe çıkmış birini izlerken az daha şu ağacı gözden kaçıracaktım.
 Ağaçları tanıdığımı sanırdım. Meğer bildiklerim Kestane, Gürgen, Palamuttan ibaretmiş. Sizin de bana yardımcı olduğunuz söylenemez. Bana yazın aydınlatın diyorum. Umurunuzda değil. Yapraklarını yakından çektim. Çok sevdim bu ağacı.
Parkın içinde müze, botanik bahçesi, seramik üretim merkezi gibi bir kaç gezilesi yer var. 
Ağaç yaşken eğilince dinozor olunuyormuş. Burada öğrendim. 


 Sevgili İstanbul belediyesi için çekilen bu fotoğrafta ağaç nasıl budanırmış görülüyor. Yayalara geçit yaparsın ağaç mutlu mesut yaşlanır.
Turizm bilgilendirme ofisindeki görevlinin atlaması ile 49. paralelin şehrin ortasından geçtiğini döndükten sonra öğrenebildik. Paralelin geçtiği yeri belirleyen bir işaret taşı varmış. Burada işimiz bitti. Şehir merkezine döndük. Almanya'da bilinen ve ekonomik ürünler satan bir mağazaya girdik. Mağazadan çıkanları görseniz: Herkesin elinde üç-beş torba. Çıkışta yorgunluk atmak için yerlerde yayılıp oturuyorlar. Girişte sıra bekliyorsunuz. 
Biz de gelmişken girelim dedik. Şükürler olsun(!) ki benim de mağaza kapısında girmek için sıra beklediğim alışveriş deneyimim oldu. Bu güne kadar boşa yaşamışım meğer(!) Ben diyeyim pazar yeri. Siz deyin konsantre pazar yeri. Öylesine kalabalık, bunaltıcı ve her şey üst üste ki yarım saatten fazla duramadık ve bir primark poşeti edinemeden çıktık. 
Anayasa Mahkemesi ve Adalet Divanının Karlsruhe'de bulunması itibarıyla Almanya'nın kendisine büyük sorumluluk yüklediği  şehirde bu kadar oyalanmak yeter. Sanayi şehri olması sebebiyle(Belki de kış şartları nedeniyle.) biraz karamsar görünüyor. Avrupa'nın en önemli iç limanı, Almanya'nın en büyük petrol rafinerisinin bulunduğu ve yoğun işçi nüfusuna sahip Karlsruhe'ye veda vakti. İstikamet Heidelberg!
 Heidelberg'de istasyon çıkışında tam karşımızda duran teneke adama selam verip enformasyon ofisine daldık ve hızlı bir bilgilenmenin ardından otobüsle  
                                     
Neckar nehri üzerindeki tarihi taş köprüyü görmeye gittik. Çok hızlı hareket ediyoruz çünkü kış günleri zaten kısa bir de Karlsruhe'de oyalanırken çok kıymetli gün ışığını kaybettik. Sona eren gün saatleri romantik görünüşün etkisini artırsa da bir parça daha zaman ayırıp erken gelerek buraya hak ettiği ilgiyi göstermek gerek.
Neckar nehrinin üzerinde dantel gibi duran 1700'lü yıllarda yapılmış taş köprünün diğer ayağına yürüyoruz.
Karşı tepede Heidelberg kalesi
ve
 köprünün diğer ucundaki kale burcu orta çağı anımsatıyor. Burçların arasındaki kapıdan eski şehre giriyoruz.  
Köprüye asılmış dilek kilitleri.. Bunlardan birine dokunarak dilek diledim. Tutar değil mi? Onlar kilit asarak ben de asılmış kilide dokunarak diliyorum. Herkes yoğurdu farklı yer.
                                                                                   Noel çarşısından sıcak şarabımızı alıyoruz. Oralarda waffle gibi bir şey var üstüne nutella sürüp bir ton(!) paraya satıyorlar. Yeşne ondan alıyor. Bu arada yağan yağmurda epeyce ıslanıyoruz. Rahmettir deyip kaderimize razı oluyoruz.
Haupthstrasse( ana cadde demekmiş.) eski şehrin ortasında git git bitmez bir şekilde boylu boyunca uzanmış. 
Araç trafiğine kapalı olan cadde son derece canlı ve samimi görünüyor. Görünüyor diyorum çünkü dönüş trenini kaçırma telaşı ile koşar adım etrafa sadece göz atabildik. Kafelerin birinde oturup kahve ya da bira içme şansımız olmadı. 
Bu romantik şehre ayırdığımız zaman maalesef çok kısaydı. Keşke Karlruhe'den önce buraya gelseymişiz. Çok pişman olduk ama artık çok geçti.
Heidelberg'e yapılmış olan bir de şarkı varmış. Dinlemek isteyenlere....
I Lost My Heart in Heidelberg
Bir dahaki görüşmeye kadar elveda Heidelberg.