28 Mart 2014 Cuma


ORDAN BURDAN-4

Dizi Setlerinin Tozunu

Dumana Katalım


Her şeyi öğrenmeyi severim. Ama sadece öğrenmeyi.. Uzmanı olayım, faydalı bir yelerde kullanayım gibi isteklerim yoktur. Hani derler ya  maymun iştahlı diye.. Sanki benim için demişler. Öğrenir kenara atarım. Orda öylece durur. Yılarca nasıl istikrarlı bir şekilde öğretmenlik yaptığıma ben bile şaşıyorum bazen. Şu bir gerçek ki öğretmenliği hep çok sevdim. Çocuklarımı çok sevdim; o kadar ki onlara olan sevgimden büyüyemedim çocuk kaldım. 
                             Bu yüzden biraz da kızgınım onlara                                   
   İşte öğrenip kenara atacağım bir şey daha.. Film setlerinin işleyişi..  Zaman zaman bir yerlerde filmlerin kamera arkası görüntüler yayınlanıyor ama bunlar yeterli değil.  Dahası gerek. İstanbul’da yaşadığım 2011 yılında belediyenin açtığı ücretsiz kurslara gidiyor, kardeşim Ülkü’yle sırt çantamızı alıp demir asa demir çarık, elimizde bir şişe su ile İstanbul’u keşfe çıkıyoruz falan. Bir gün aklıma düştü. Aklıma geleni de hemen yapmalıyım yoksa patlarım. Ben böyleyim. İnternet üzerinden bilinen kast ajanslarından birine kayıt oldum. Boy ve yüz fotoğrafımı gönderdim. Birkaç gün geçti geçmedi. Ajans sorumlusu … Bey aradı. Saat olmuş on bir. Şaşırdım tabii hem bu kadar çabuk hem de gecenin körü..  “Maalesef bu saatlere kadar çalışıyoruz” dedi. Yarın şurada çekim var. Yetişkin kızı olan bir anneyi oynayacaksınız kabul eder misiniz? Bir an durakladım ama evet dedim. Bunca çaba boşa mı gitseydi. Telefonun ucundaki kişi ki kendisiyle daha sonra yüz yüze tanışma olanağı buldum, onlarla uzun süre çalışacağım vaadinde bulundu. Amanııınnnn ben neymişim be! Bir yandan da düşünüyorum beni tanımadan, hiç görmeden, deneme çekimi yapılmadan nasıl böyle rol teklif ediyorlar diye. Ülkü ısrarla ertesi günü akşam yapılacak çekim için bana servis yapmak istiyor. Türk filmi efsanelerinden koruyacak beni! Sahilde, Beykoz yolu üzerinde küçük bir restorana; çekim burada yapılacak, gittik. Her yere erken giderim. Bekletmeyi hiç sevmem. Sonuç: Kimsecikler yok. Sabırla birer ikişer gelmelerini bekledik. Kim var kim yok kontrol edildi. Ülkü çekim başlayıp içi rahat edene kadar gitmeyecek. Kameralar kuruldu. Oyuncular kostümlerini giydi, birinin ayağında çekime kadar rahat etmek için pofuduk terlik dolaşıyor. Kostümü uygun olmayanlara kostüm verildi. Ülkü için o da kalsın çekime katılsın isterse dendi. Beni bırakır mı hiç.?  Korumam o benim. Ortalık bir karışık ki sormayın. Restoranın tuvalet kabinlerinden birini kostüm odası yapmış,  önüne ütü masası kurmuşlar. Hava bir soğuk bir soğuk, kapalı mekandayız ama ortalık  buzzzzzz.. Hiçbir ısıtma sistemi çalıştırmamışlar. Yönetmen, yardımcıları ve oyuncular çay içiyorlar. Nereden bulduklarını sorunca öğrendik. Çekim ekibinin kamyonunda kettle varmış. Figüran takımına hiçbir şey yok. Ya sabır deyip bekledik. Sonuna kadar sürdürmeye kararlıyız. Neler ve nasıl oluyor öğrenmemiz gerek. O arada yönetim ekibiyle soğuk çalışma ortamı ve çay servisi yapılmaması nedeniyle bir parçacık çatıştık. Canları sıkıldı, ortalık birkaç dakika karıştıysa da aynı şekilde devam etti. Haklarını yemeyelim yemek saatlerine denk gelen çekimlerde hiç aç bırakmadılar. Bir sahne mi çekilecek oyuncular alışkın neyi nasıl yapacaklarını biliyorlar. Bir prova, arkasından çekim. Cehaletimi hoş görürseniz hep birkaç kamera kullanıyorlar zannederdim. Öyle değilmiş. Aynı sahne farklı açılardan birkaç kez çekiliyor. Konuşması olan her oyuncuya karşı konuşlanan kamera ile çekim yapıldıktan sonra yönetmenin isteğine göre sahnenin genel çekimi bir veya bir den fazla açıdan tekrar çekiliyor vs. İşin bu kısmı sıkıcı ve zor. Aslında belki herkesin işinden daha kolay ama saatler süren bekleyiş, konforlu ortam sunulmayışı işi zorlaştırıyor. Hani oyuncular der ya set çok eğlenceliydi aile gibiydik. Beş altı kez çekime gittim hiç de öyle bir ortama şahit olmadım. Aile durumu ne zaman oluyor bilemedim. Yanımda duran dizi başrol oyuncusu birden bir kahkaha koparıyor neden bilinmez. Yanındakilerde onun gülüşüne gülüyor. 

Acaba eğlenceli set ortamı dedikleri bu mudur? Bir tek komik oyuncu gördüm o da zaten düşük bütçeli komedi filmleri yapıp para kazanıyor. Figüranların aklına tebessüm etmek dahi gelmiyor. Bir kurumda güvenlik görevlisi olarak çalışıp, bu sektöre geçmek için uğraş veren genç figüran arkadaşım Deniz yardımcı olmak için mesleki deneyiminden yaralanarak ne yapacağımızı anlattı. İşler böyle yürüyor olmalı ki hiçbir defa set ekibinden birinin şöyle yapacak bu şekilde duracaksınız dediğini duymadım. Öğleden sonra yapılacak çekimlere bile sabah erken saatte belli bir yerden servisle alınan figüranların işi beklemek, beklemek ve yine beklemek. En sonunda hadi şu kostümü giy şuradan geç ya da şu masada otur deniyor. Çekimlerden birine ablamı da götürdük. Birimiz genel cerrah, birimiz doktor, birimiz de hemşire olduk. 

İnanmazsınız bir kez sabah sekizde servise binmiş gece yarısını geçtikten sonra saat birde servisten inmiştik. Bu kadar zaman harcamanın bedelini söyleyeyim ama sıkı tutunun koltuktan düşmeyin. Tam tamına 25 lira. Yapımcıdan aldıkları bedeli ödememek için; ilk iki çekim deneme niteliğindedir ücret ödenmez notunu web sitelerine yazmışlar. Telefonda yasalardan söz edince hemencecik ödüyorlar. Birçok kişi uzun bekleme sürelerinden yorulup bir daha gelmiyor ya da ilk iki çekim aldatmacasıyla paralarını almaya gitmiyorlar. Figüranlığı meslek edinmişler, bu yolla sektöre girip kariyer yapmayı umanlar her şeye rağmen devam ediyor. Artık benim figüran arkadaşlarım var. Onlardan birini ekranda görünce seviniyorum.
Sevgili sadık(!) okurlarım, siz bu yazıyı okurken ben havada, uçakbanların birinde Wright kardeşlere aşki duygularımı göndererek New York’a, dünyanın başkentine(!) doğru yol alıyor olacağım. Umarım döndüğümde gönlünüzü hoş edecek bir şeyler yazabilir ve sizlerle paylaşabilirim. Bekleyin beni…

27 Mart 2014 Perşembe

BİZ ÇAMLICANIN ÜÇ GÜLÜYÜZ... 
Lise mezuniyetimizden 32 yıl sonra bir gurup arkadaşımla buluşmayı başarmıştık. Talaş günü vesilesi ve aynı mahalde yaşayanlar sık sık görüşse de biz yatılı taifesi; memleketin çeşitli yerlerinde gelip okulu yuva yapanlar, buluşmakta zorluk çekenleriz. Bu yıl mezun oluşumuzun üzerinden tam 35 yıl geçmiş oluyor. Birkaç ay önce izini bulduğumuz arkadaşlarımızdan Emel’le buluşmaya hazırlanıyoruz. Emel, Kadriye ve ben, 25 Mart 2014 Salı günü Taksim’de, Yeni Hong Kong restoranda; kalabalık olduğunda bile sakin kalmayı becerebilen bir mekan, buluştuk. 
 Lise yıllarımızı birlikte geçirdiğimiz için kendimizi bir tür çocukluk arkadaşı kategorisinde değerlendiriyoruz. Öyle olunca sanki hiç ayrılmamışız gibi kaldığımız yerden devam ediyor, tıpkı eski yıllarda olduğu gibi ordan burdan konuşuyoruz. Bu buluşmalarda okulumuzu mutlaka yad eder, ne kıymetli bir hazineyle tanıştığımızla onurlanırız. Okulumuz II. Meşrutiyet döneminde, Çamlıca İnas Sultaniyesi adıyla, Hicaz valisi Ahmet Ratip Paşa köşkünde, Osmanlı imparatorluğu döneminin ilk yatılı kız okulu olma şerefine ermiş.  Ahşap köşk, sonraları bahçesine yapılan beton bina okul olunca sadece yatakhane olarak kullanılmaya başlanıp birçok kız öğrenciye ev olmuş. Hem ne ev! Kristal trabzanlı iç merdivenleri, tavanlardan sarkan koca kristal avizeleri, devasa kapıları, en üst orta salonun tavanındaki gökyüzüne nispet eden vitrayları, eski moda mermer tuvaletleri, bahçesinde kök salmış koca çam ağaçlarıyla gönlü geniş bir ev. Şimdilerde ticari bir oyuncak olması için üzerinde entrikalar çevrilen ev. Nerelere geldim. Umarım sıkılmamışsınızdır.
Hong Kong restoranda yemek yedikten sonra Taksim anıtının-Gezi’den önce sağında solunda bir avuç çiçek vardı. Artık onlar da yok. Zaten Taksim dümdüz, buz gibi betonla kaplanmış. Gezi parkını da güya düzenlemişler. İki tane salıncak koyunca orası park olmuyor beyler!- önünden geçip çay kahve içmek için Fransız kültür merkezinin bahçesine gitmek üzereydik ki hızlı bir manevrayla Taksim Makseminin sarnıcında HAVADİS 1913 adlı sergiyi ziyaret ettik. 

Sarnıcın dış duvarlarının; suların havuz atmosferi oluşturarak aşağı döküldüğü ama önünde hep polis araçlarının bulunduğu duvarın, hoşluğunun tadını hiç çıkaramıyoruz. 

Duvarların ardında, iç içe kemerlerle metrelerce uzanan sarnıç: Bahçeköy’ deresinin Kanbur suyu, Top Yolu suyu ve Sultan suyunu önüne katıp Derbent, Maslak, Ayazağa, Şişli, Mecidiyeköy hattından getirdiği dağıtım/taksim yapılacak suyu depolarmış. Meydanın adı bu sebeple taksim olmuş. Sarnıç uzun sayılabilecek bir süredir çeşitli sergilere ev sahipliği yapıyor. Galerideki sergiyi hızlı sayılabilecek bir şekilde ama manidar ve kimilerinin yanlı seçildiği  hissini uyandıran eski haberlere göz gezdirip, neşeli bulduğumuz birkaçını sizler için fotoğrafladık. 





 Çıkışta tam köşedeki maksem’in içine girdik. 

 İstanbul oldum olası su sıkıntısı yaşayan bir şehir. Bizanslılar bu sebeple Valens su kemerini yaptırmış, yetmemiş çilingozdan su getirmek için kilometrelerce uzunlukta su kemerleriyle Bizans ve İstanbul'a su taşınmış. Sekizgen planlı Maksem’in yapımı, III. Ahmet döneminde başlayıp 1731 de tamamlanmış. Lüle adı verilen çeşmeler ve çeşmelere bağlı boru sistemleriyle sarnıçta toplanan su, Beyoğlu, Kasımpaşa, Beşiktaş gibi civar semtlerin ihtiyacını gidermek için dağıtılıyormuş. 
                      
Yenileme çalışmaları yapılan maksem iki aydır ziyaretçi kabul ediyor. 
Maksemi ardımızda bırakıp Fransız Kültür merkezinin bahçesindeki kafede çay kahve içip, yılların birikmişini saatlerce bıdı bıdı konuşup, özlem gidererek epey vakit geçirdik. 

Dışarıda yağmur var. Kimin umurunda. 
Buradan çıkıp önünden geçen yerli-yabancı, kadın-erkek, genç-yaşlı, inanan-inanmayan her kese kucak açan, 1906 yılında papa vekili Giovanni Borgomaneto'nun temel taşını kutsamasıyla yapımına başlanıp 1911'de tamamlanan San Antuan kilisesinde dilek mumları yaktık. 

İlk defa olarak, Santa Maria Draperis kilisesinin kapısında, önceleri hiç dikkatimi çekmemiş olan ‘Türkiyedeki  modern tıp ve eczacılık öğretimini başlatan hekim ve cerrah Karl Ambros Bernard’ın mezarı bu kilisededir’ yazısını gördüm.  Narmanlı Han’ın tombik kedilerine sevgi gösterisinde bulunup, Galata kulesinin dibindeki kalabalığa karıştıktan sonra yokuş aşağı Kamondo merdivenlerini aşıp Karaköy’e indik. Vapurla Kadıköy’e geçip en kısa zamanda tekrar buluşmak ama olmazsa talaş gününde mutlaka bir araya gelmek üzere ayrıldık.