6 Mayıs 2014 Salı

SİYAH AKAR ZONGULDAK’IN DERESİ…..
Yüz karası değil kömür karası böyle kazanılır ekmek parası
 Orhan Veli KANIK
Birçok şaire esin kaynağı olmuş Cumhuriyetin ilk kenti, ilk planlı yapılaşmanın adresi,
Cumhuriyetin ilk maden mühendisliği okulu Ma’adin Mühendisi Mekteb-i Ali’si(Yüksek Maden Mühendisi Mektebi)nin kurulduğu Zonguldak’a gitmek için Boğaziçi Şıngır Mıngır demek isterdim ama Koşuyolu Şıngır Mıngır diyerek buluşma noktasına ulaştık.
Ülkü’nün organizasyonu ve 
Nükhet Eren yaratıcı yazarlık atölyesi katılımcıları ile Nükhet Eren’in sunacağı, ilk işçi romanı Çulluk yazarı Mahmut Yesari’yi anıp tanıtmak, Yesari belgeselini izlemek ve Zonguldak tarihine göz atmak üzere işçi kentine yollandık. TEM otoyolunu takiple Akçakoca’nın fındık tarlaları arasındaki yolları kat edip, dağlar, tüneller aştık. Şimdi bunu okuyanlar K2’ye tırmandık zannedecek ama ne yapayım doğrusunu yazmam gerek. Yol üstü çay molasında atölye katılımcılarının yaptığı börekler, kurabiyeler birer birer midelere indi.
 Aysel Hanım’ın güzel sesinden dinlediğimiz türkülere zaman zaman eşlik ederek yolu tükettik. Kozlu girişinde; ZOKEV üyesi, maden mühendisi, yazar ve Zonguldak gönüllüsü Ekrem Murat Zaman ve Türkiye’nin bağış yoluyla yapılan ilk okulu Mehmet Çelikel Lisesi Edebiyat öğretmeni ve edebiyat gönüllüsü Şenay Özçelik Koca bizi sıcacık karşıladı.
Öğle yemeğini yedikten hemen sonra Kozlu merkezden geçip EKİ müessese müdürlüğü tesislerini gezdik. 
Bir gurup işçinin yeraltından çıkış saatine denk gelmişiz.

 Onlara selam verip fotoğrafladıktan sonra Kılıç mahallesine çıktık. Çıktık çünkü Zonguldak ve çevresi denince ilk aklınıza gelmesi gereken dere, tepe, her çeşit ve boyda merdiven ve yokuştur. E ne işiniz var da mahalle arasında dolaşıyorsunuz diye aklından geçirenler için yanıtım: Çünkü efendim burası Türkiye’nin ve elbette ki Zonguldak’ın ilk planlı yerleşim yeri. Mimar Seyfettin Arkan’ın planlamasıyla hayata geçen mahalle projesinde bahçe içindeki şık konutlar yıllar yılı çoğu yönetici olan çalışanlarca kullanılmış. Bu konutların işçiler için yapılmış olanları da var. Ancak işçilerin yaşam alışkanlıklarına hitap etmediği için bin küsur konut yapılıp bırakılmış. Bu nedenle yeter sayıda değiller.  Arkan’ın binbir emekle hazırladığı projenin ne kadar hırpalandığını, o güzelim evlerin yerine yapılan saçma sapan çok katlı binaları görünce üzülmemek elde değil. Anlı şanlı tarihi olan Zonguldak... 
 Kıvrılarak bizi tepelere taşıyan yoldan inip Zonguldak merkezdeki eski lavuar; artık yıkılmış ve geriye sadece üç adet beton kulesi kalmış, alanından geçip üçüncü makas adıyla tanımlanan bölgeye gittik. Burada yakın gelecekte açılması planlanan ancak sanırım siyasi engelleri tam aşamadığı için henüz tefrişi tamamlanamayan bir müze projesi başlatılmış.
Amacımız tamamlanmamış müzeyi değil bir maden ocağını görmek ve bilgi almak. Çoğumuzun bir işçinin yer altında çalışma koşulları hakkında bilgisi olsa da duygusal anlamda yok. Geçmişte sanayi tesislerinin çalışabilmesi, evlerimizin ısınabilmesi için kömür çıkarılmış bu ocak artık sadece eğitim ocağı olarak ödev yapıyormuş. İçeriye girebilmek için minik arkadaşlarımız dahil herkes mont, baret ve lastik çizmeler giydi.
Lastik çizme giymeyen ben ve benim gibi birkaç kişi yoğun çamur nedeniyle iyice içerilere girmekten mahrum olduk. Yine de çok şey gördük ve öğrendik. Sefa Bey özveriyle, yorulmadan, sabırla aydınlattı. 

Otele giriş ve yerleşme sonrası yaklaşan etkinlik saati için hızlı adımlarla ana ve tek caddeden Tankut ÖKTEM çalışması şahane madenci heykelinin önünden sahile doğru yürüdük.
 İsmet İnönü heykelinin bulunduğu parka gelen Zonguldaklılar arasından geçip sahildeki Maden Mühendisleri Lokalinde Zokev üyeleri ve başkanıyla buluştuk. 
 Çok güzel ve anlamlı, doyurucu bir Yesari programı sunuldu. Zonguldak Edebiyat gönüllülerinin  faaliyetleri hakkında bilgi aldık. 
Ekrem Bey’in Zonguldak ağzından yaptığı sunumuyla geçmişten bugüne Zonguldak Maden Havzası iyisiyle kötüsüyle, tatlısı ve acısıyla bir bir anlatıldı. Zonguldaklı olmama rağmen ne de çok bilmediğim varmış. Şaşırdım.
Yemeğimizi yukarıdaki manzara, sohbet ve muhabbet içinde lokalde yedik.
 Yıllardır görüşme fırsatı yakalayamayan arkadaşlar buluştu.
Atölye katılımcıları yemekten sonra olanca neşeleriyle poz verdiler.
Sabah otelin pek de temiz sayılmayan odalarından teras katındaki kahvaltı salonuna çıktık. Kahvaltı hem çeşitlilik hem sunulanların lezzeti hem de çalışanları bakımından sınıfı geçti. Pek beğendik.
Bu kez yine planlı bir mahalle, Fener mahallesi sırada. Bu mahalle Türkiye’nin ilk maden okulunun kurulduğu, EKİ’nin ilk yıllarında ve yıllarca işletmelerde çalışan ve belki de kimi işletmelerin sahibi olan yabancıların yaşadığı, EKİ üst düzey yöneticilerinin evlerinin bulunduğu Fransız mahallesini kapsayan bir bölge.


Kurumun tenis kortu, deniz kulübü gibi sosyal tesislerinin, yaşlı başlı oldukları için koruma altına alınan çınar ve diğer ağaçlarının, limanla aynı yıllarda, 1900’lü yılların başında yapılan deniz fenerinin bu mahallede olduğunu belirtmeliyim. Bir de benim lise 1. sınıfı okuduğum Fener lisesinin..
Tenis kortunda çay ve kahve içme arasında Zonguldak ve tarihini işlediği çok sayıda kitabı bulunan Ekrem Beye kitaplarımızı imzalamasını rica ettik.
Kurumun misafirhanesi yayla konağına gidip çayımızı içtik. 
Sanayi tesislerini görmek üzere Zonguldak ziyaretinde bulunan
Şah Rıza Pehlevi ve eşi Prenses Süreyya bu konakta kalmışlar. Celal Bayar ile konağın bahçesinde çektirdikleri fotoğraf konağın duvarında asılı.
Zonguldak’ta, her ne demekse, zilliyetle mülk edinmek uzun yıllar yasakmış. Herkes kafasına göre takılıp oraya buraya ev yapınca şehir tam bir karmaşaya dönmüş. 
 Tepelere, çarşı içine, her yere yapılan birbiriyle alakasız yapılanma şehre ayrı bir karakteristik özellik katıyor. 
Şehrin bu halini niteleyecek bir sözcük bulamadım. Zonguldaklılar(ben de onlardanım) kusura bakmasınlar. Zaman içinde tapu sorunları çözülmüş, herkesin yaptığı yanına kar kalmış.  Keşke en baştan tıpkı Kılıç, Fener, Rat mahalleleri gibi planlansaydı…..                     
Cumhuriyet döneminin lokomotifi sanayi tesislerine havzadan kömür nakli ve Ankara’ya kadar yolcu ulaşımı için demir yolları döşenmiş. Hattın yük taşıma kolu, limandan başlayıp şehrin ortasında dumanını salıp dağların altındaki tüneller içinden taşıdığı yakıtın bir kısmını kullanarak hedefe koşarmış. Benim çocukluk çağımda kömür trenleri bacalarından saçtıkları kapkara dumanlarla üstümüzü başımızı kirletmeyi ihmal etmeden çalışıyorlardı. Eskiden bu şehirde futbol takımının oyuncuları dahil olmak üzere kime sorsanız şirkette çalışıyorum derdi. Kuruluşu 1848 olan EKİ’de çalışmak şirkette çalışmaktır.
Türkiye’nin iş güvenliği yasaları ve şehircilik bakımından bir çok ilki bu şehirde hayata geçmiştir. ..Ve bence herkes bunu bilmeli, öğrenmelidir. Bu şehir, şehrin insanları, emekçileri ve hayatını kaybeden madenciler için bu onların kaderi diyenlere inat herkes ama herkes bunları bilmeli. Biraz ajitasyon koksa da cümleler, gerçek budur.
1924 yılında açılan Yüksek Maden Mühendisi Mektebi 1931 yılında kapatılır. Kapatma kararının hemen ardından Yüksek Maadin ve Sanayi Mühendisi Mektebi ve yanı sıra Maden Meslek Mektebi açılmış. Madenci şehrine yakışan da budur sanırım. Hem kendi iş gücü ihtiyacı için nitelikli eleman yetiştirmek hem memlekete değer katmak. 
Mühendis mektebinin ilk öğrencilerinden, 1929 mezunu; Behçet Kemal(Soyadı kanunu çıktıktan sonra Çağlar) bir şiirinde şöyle demiş:    
“Denizi on altı yaşımda gördüm
Maden mektebine zorla giderken”
Yıl 1923, sadece EKİ  işçilerini kapsayan Türkiye’nin ilk SGK’sı diyebileceğiniz Amele Birliği, 1930da Maden Mühendisleri Derneği kurulur. 64’te oluşturulan insan gücü eğitim müdürlüğü çok çeşitli eğitim faaliyetleri ve 1967 de kurulan EKİ radyosunun yaptığı müzik yayınlarının arasında özellikle maden işçilerine yönelik iş güvenliği uyarıları ve önlemlere ilişkin duyurular yapar.
Zonguldakla ilgili minnacık bilgi notunu paylaştım. Rahatladım.
Çarşıdan minnettar olduğumuz madencilerin anmalık heykellerini aldık.
 Otobüse binmek için toplandığımız nokta babamın yıllar yılı çalıştığı Kargo Ambarlarının tam önüydü.
 Ofislerin hepsi yıkılmış. Babama uğramak için gittiğimizde bizi korkutan devasa ölçülerdeki vinçler yerini küçümenlerine bırakmışlar. Oh olsun size. Siz ki makinistinizin sözünü dinler, üstümüze yürürdünüz. Küçücük bacaklarımızla nereye kaçacağımızı bilemeden koşarken Hüseyin amcanın davudi sesiyle attığı kahkasını bize dinletirdiniz. Oh olsun! 
Tam yol için hareket etmek üzereyken çarşı içinden geçen yük treni yolu kapadı. 
Bizim için hoş bir nostalji oldu. 
Programın son ayağını gerçekleştirmek üzere gelirken kullandığımız yolu bu kez tersten kat ediyoruz. Yoldaki yerel satıcıdan aldığımız meşhur Ereğli çileklerimizle mutlanıp merkezde sayılabilecek bir uzaklıktaki Cehennemağzı mağarasına beş lira ya da Müze kart ile giriyoruz. 
Kilise mağarası, Ayazma ve Cehennemağzı üçlüsü bir arada. Cehennemağzı denen mağara Hristiyan topluluğun saklanmak için insan eliyle yaptığı bir mağarayken kilise mağarası ve ayazma doğal mağaralarmış.
 
Kilise mağarasının zeminindeki dairesel mozaik herhangi bir korumadan yoksun, yosunların istilasına uğramış. Görevlinin tanıtım kanallarında açıklanmayan şekilde aktarmasına göre Fatih’in İstanbul’u fethiyle kendilerine zarar vereceğinden korkan Hristiyanlar bu mağaralarda saklanmışlar.  Gerekçesi net olmasa da daracık ve dik bir geçitten girilebilen Cehennemağzı mağarası
saklanmak için ideal görünüyor.
Görevli, Ayazma mağarasında çeşitli sosyal etkinlikler ve konserler düzenlendiğini anlatınca mağara gören masum İstanbullu şarkı söyleyip dans etme fırsatını kaçırmaz.
Ereğli adının kökenine ilişkin; Yerleşimin adı, Herkül’ün adıyla özdeşleşen efsaneye göre Herakliapolis sonra eraklia sonra da Ereğli olmuş. Ereğli Türkiye Cumhuriyetinin lokomotif sanayi kuruluşlarından Demir Çelik fabrikasıyla anılan, Zonguldak’tan daha düzenli ve büyük bir yerleşim.
Ziyaret gerçekleşti. Daha ne olsun. Dönelim artık. Alaplı'yı geçtikten sonra Bülent’in yeri adlı bir restoranda çok hızlı bir servisle leziz pideler yedik. Şiirler, sevgi sözcükleriyle bezeli konuşmalar ve türküler eşliğinde yeni donanımlar ve dostlar kazanmış olarak İstanbul’a ulaştık.
Hocam Behçet KALAYCI'dan;
"Zonguldak’ta yarı gecede bir rüzgar eser. Üzülmez deresi boyunca denize doğru esen bu rüzgar sanki bir ağıttır. Karaelmas şehitlerine yakılmış bir ağıt. Yaz-kış hiç susmaz. Urfa’ya ‘Şanlı’; Antep’e ‘Gazi’ demişiz. Barışta savaştan çok şehit veren Zonguldak için ne diyeceğiz?"


http://www.zokev.org.tr/index.asp

Okuyucuya Not: Diğer gezi yazılarımı http://www.sozmuzikhayat.com/ sitesinde taksepetikoluna köşesinden takip edebilirsiniz.