26 Ocak 2014 Pazar

BULGARİSTAN 
Bölüm:1
PAMPOROVO
Epeydir düşündüğümüz, evirip çevirip planlar yapıp bir türlü gerçekleştiremediğimiz Bulgaristan gezisini nihayet gerçekleştirdik. Cuma günü aracımıza 63.30 Euro'ya yeşil sigorta yaptırdık. Artık yurt dışına çıkarken sadece yeşil sigorta istiyorlarmış. Aynı günün akşamı Yeşne  geldi. Ertesi gün yola çıkılacak hala valiz hazırlamadık. Zaten üç gün kalınacak çok bir şey almaya gerek yok ama bu kadar da rahat olunur mu? Olunurmuş.  Sabah erken kalkıp kahvaltının ardından acele bir valiz faaliyeti yapıp saat 10:00 da yola çıktık. 
Çorlu'dan Edirne'ye kadar sis içinde yol aldık. Kapıkuleye geldiğimizde in cin top oynuyordu diyebilirim. 

 İşlemler bir kaç basamaktan oluştuğu için uzun sürdü. Avrupa'dan izine gelen işçiler geliş-dönüş çilelerini anlatırlardı. Ne kadar haklılarmış. Tenha zamanda böyleyse hakikaten eziyetmiş dedik.
Sınırdan geçer geçmez dilenciler etrafımızı sardı. Bulgaristan'ı terk edene kadar kurtulamadık. Bizim dilenciler el açar, dua eder, nadiren etrafımızda dolaşırlar. Bunlar sanki bir şey söyleyecek ya da soracakmış gibi yanaşıp sözü paraya bağlıyorlar. İlk acemiliği atınca öğrendik.
Esasında sınırı geçince hemen Vignette adlı bir ödevimiz varmış ama Sofya'ya kadar fark etmedik. Neyse ki trafik polislerine de fark etmedi.
 Benzinliklerde, sınırda küçük dükkanlarda satılan bir çeşit trafik vergisi kartını almak yetmiyor. Onun aracın camına, iç yüzün sağ alt köşesine yapışması zorunlu.
Yol tabelalarında isimler hem Bulgarca hem de latin harfleriyle düzenlenmiş. Ayrıntılı haritamız olmadığı ve tomtomumuz çalışmadığı için oldukça sıkıntı yaşadık. Sofya yolunu takip ederek giderken yanılgıyla Haskovo'ya girdik.
 
Diğer Bulgaristan şehir ve kasabaları gibi burası da renksiz yok renksiz değil gri-sarı ve mimari değeri olmayan binalarla dolu. Biraz Zonguldak İkinci Makas'a benzettim. Zonguldaklılar anlamıştır. İçinde kaybolunca şehri genel hatlarıyla tanıma fırsatı bulmuş olduk. Girdiğimiz küçük bir dükkandaki iki kişi yolu tarif ettiler. Sonra da bulamayacağımız endişesi ile bizi tekrar Sofya yoluna çıkartmak için araçlarıyla önümüz sıra giderek rehberlik yaptılar. Onlara gerçekten minnettarız.
Yolculuk boyunca etrafta neşeli bir şeyler görmeyi umduk ama boşuna. Rodop dağlarının tepesindeki Pamporova'ya gidiş yolu virajlı ama şehirler arası yollardan çok daha güzel.
 
Yolculuğun en güzel kısmı dağ yollarında kıvrılarak ormanların arasında olmaktı. Her iki baharda da buranın güzelliğini hayal dahi edemiyorum. 

Gökyüzünü delen boylarıyla çamların kapladığı Rodoplar birinci yüzyılda Traklarca yurt edinilmiş.
Rodop dağlarına gelmişken Arif Şentürk'ten Pakizem türküsünü dinlemeli. 
Ara ara dağların arasından çıkan küçük şehirler nedense beni şaşırttı.
 
Aslında nedenini biliyorum. Dağdayız. Şehirler düzlükte kaldı artık herhangi bir yerleşime rastlamadan doğrudan Pamporova'ya gideceğimizi zannetmiştim. Wanderful Bridges diye doğal köprülerin olduğu bir yere 16 kilometre kadar yaklaştık ama giderken de dönerken de hava kararıyor diye uğramadık. Nasıl bir yermiş diye araştırınca bu videoyu buldum. 
Sonunda 1650 metre rakımdaki Pamporova'ya ulaştık. Otelimizi bulmak biraz zor oldu. Yol boyunca hiç kar görmediğimiz için bozulan moralimiz biraz daha bozuldu. Gitmeden evvel durum araştırması yaptığımızda 50 cm kar görünüyordu. Yokmuş. Oteli booking.com'dan bulmuştuk. Temizdi ve fiyatı uygundu ama beğenmedik. 

Fotoğrafın sağında gördüğünüz Evridika Hills Apartın yatakları felaketti, oda soğuktu, kahvaltısı kötüydü. Kahvaltıda ilaç için normal çay yok. Nane çayı ya da belli bir bedel karşılığı aromatik bitki çayları içebiliyorsunuz. Üç günlük rezervasyonu bir geceden sonra iptal edip Sofya'ya gitmeye karar verdik.

Akşam yemeğimizi Castle restoranda yedik. Meşhur Bulgar birası Zagorkayı ihmal etmedik. Tadı güzel. İçerseniz pişman olmazsınız. Otellerin çoğu boş. Müşterisi olanlar da çok tenha. Kimi otellerin camında kocaman satılık tabelaları gördük. Kar olduğunda belki güzel ve neşelidir. Şimdi değil.
Sabah ayrılmadan önce daha sonra gelirsek lazım olur diye bilgi almak için kayak pistleri ve telesiyejlere bakmaya gittik. Gitmeden önce otel sahipleri ihtiyaç olduğunda suni kar yağdırıyorlar diye duymuştuk.

 İnanamazsınız meğer sıfır karda bile yapıyorlarmış. Pistlerin dibine kadar gitmeyince kar görülmüyor.

 Sadece pistlerde kar var ve herkes kayıyor. Yeşne ve Ziya bir kaç saat kaydılar. Ben bir kafede oturup yiyip içme faaliyeti yaptım. 

 Uludağ'da bir çay içmeye bile korkarım. Malum dağ fiyatları. Burası öyle değil. Yeme-içme ekonomik. 

Snowboardçular için ayrı bir platform yapmışlar. Pistler zorluklarına göre kategorilere ayrılmış. 
Tepeye çıkıp dilediğiniz zorluk dereceli pistten kayıp keyfinize bakın.


En azından pistte bir fotoğrafım olsun istedim.
 Gün inmeden yol almak için Rodop dağlarını bu kez tersine eteklerine doğru kat ettik. 

Bulgarların küçücük tepeyi yok etmeyip tünelle altından geçirmelerini takdir ettim.

Dağların kimi yerlerindeki kellikler doğallığın bir parçası.
Gümüşhaneliler bu iki fotoğraf için ne düşünür acaba?

 Yol üzerindeki Chepelare'ye geldiğimizde dünyanın en büyük kayak malzemeleri üreticilerinden Atomik ve Salomon'un fabrika satış mağazasına uğradık. 

Ürünler o kadar pahalı ki outletinde bile ekonomik bir şey bulup alamadık. Ellerimiz bomboş çıktık. 

Dağın eteklerine inip 11. yüzyıl yapımı Bachkovo manastırını ziyaret ettik. 


 http://www.youtube.com/watch?v=DH2g2tXHb08
Manastır; bahçesi, lojmanları, ibadet birimleri, lojmanda yaşayanların yetiştirdiği hayvanları ile işlevini sürdüren bir mekan.
Osmanlının Bulgaristan'ı almasından sonra son patrik Eftimity buraya sürgüne gönderilmiş. 16. yüzyılda yeniden kurulan manastırın ilk patriği Kiril ve Exarch Stefan'ın mezarları burada. Her ikisi de Nazilerin Bulgaristan Yahudilerini kamplara göntürmelerine engel olmuşlar.
 Çepenare nehrinin kıyısındaki manastırın çok sayıda ziyaretçisi var. Hediyelik eşyacılar böyle bir yeri kaçırır mı hiç. Sıra sıra dizilmişler. 

Bulgarların meşhur toprak kaplarından aldık. Hem de mavi. Bir de kurutulmuş otlardan. 
Fiyatlar oldukça makul. Her bir demet 1!er Leva.
Buradaki Manastır restoranda yemek yedik. Çok temiz ve hızlı servise lezzetli yemekleri ekleyeyim. Yemek demişken bir daha bu konuyu açmamak için yazayım. Bulgar mutfağı tıpkı Türk mutfağı. İnce ayrıntılar olsa da yabancı ellerde değilsiniz.

Sofya sürpriz ziyaretçilerini bekliyor. Fazla bekletmeyelim.

1 yorum:

  1. Erzurum da kış üniversite olimpiyatlarında da sporcular şehre geldi. Kar mar yok.. Pistlere suni kar yağdırmışlardı.. Teknolojinin gözünü seveyim.

    Mualla

    YanıtlaSil