20 Kasım 2014 Perşembe

TUNUS
Bölüm:2
Kayravan(Kairouan)
Kayravan
Bugün Kayravan günü. Tam anlaştığımız gibi saat sekizonbeşte, Tunuslu arkadaşlarım İmen ve Fehima ile Tunusta yaşayan bir Türk arkadaşım; Ödül ile otelin önünde buluştuk. Sürücümüz Jemel bizi Unesco dünya mirasındaki Kayravan, El Jem ve Monastır'a götürecek. Onlarla dolaşacak olmanın konforuyla bir kaç nokta dışında doğru dürüst yol haritası bile çıkarmadım. Kasabaların arasından bize göre devasa ölçülerde kaktüsler, Aloe vera öbekleri ve zeytin ağaçları arasından çöle yakınlığı nedeniyle tozlu yollarından, Tunusta her yer tozlu desem yeridir, güle oynaya, neşe içinde yol aldık. Türkiye’den ayrılmadan önce seyahat firmalarının tur tanıtımlarında gördüğüm Berberi köyünü buralara kadar gelmişken görsek fena olmaz dedim. Dedim ama maalesef Berberi köyü hem oldukça uzak hem de tamamen ıssızmış. Belli zamanlarda turistik etkinlikler yapılsa da gidip görmenin manası yokmuş. Buna benzer bir hayal kırıklığını Cherokee yerlilerinin köyünü görmek istediğimde yaşamıştım. Heyecanla gittiğimiz, etrafı tahta perde ile çevrili  köyde sadece kütükten yapılmış kapıları kilitli ahşap evlerle karşılaşmıştık.
Üç yüz camili lakaplı, islamın kutsal ve ruhani başkenti  670 yılında kurulmuş. Aglabit hanedanlığı yaptığı şehirleşme çalışmalarıyla Kayravanı mamur hale getirmiş. Hanedanlığının başkenti 12 yüzyılda ben yoruldum diye çemkirerek nöbeti Tunis’e devretmiş. Şehir islami bakımdan öylesine kutsalmış ki dört kez Kayravana gelen kişi Mekkede hac ziyareti yapmış kadar olurmuş. Benim üç kez daha gelmem gerek. Gelirim valla mesele hac değil. Çok sevdim burayı. Hatta sevmek ne kelime bayıldım. Şehirde büyük çoğunluğu yivli kubbeler, 

birdenbire karşınıza çıkıp daracık sokakları birbirine kemerlerle bağlayan geniş alanlar, 

tek tük de olsa yanınızdan usulca geçen beyaz ehramlı(Burada Bayburt ehramı içindeki rahmetli anneannem yad edildi.) kadınlar, 




Sinek ve diğer böcekleri kovduğuna inandıkları mavi renge boyalı kapı ve pencereler... 

Paralel evrene geçtim galiba. Bi ara siz de gidin bakalım aynı hissedecek misiniz.? 
Okul çocuklarının "Hello" demelerine aynı şekilde yanıt verince pek kıkırdadılar.
Şehir diğer Tunus şehirleri gibi pasaklı, toz duman içinde ve her yerlere atılı çöp içinde ama gerçekten çok hoş bir yer. Caddelere sarkan vitrinleriyle sık sık karşımıza çıkan kurabiyecileri, daracık odacıklarda işletilen tezgahlarıyla merdivenaltı tekstil atölyeleri, 


halıları ve bakırcıları dikkati çekici. Zanaatkarlar dileyenin adını bakır tabak ya da bileklikler üzerine murç benzeri bir alet ve çekiç yardımıyla tık tık yazıyorlar.
Aglabit Havuzları
Şehre girince ilk olarak fıskiye dedikleri devasa Aglabit havuzlarını görmeye gittik. 
 Aglabit havuzlarının kale kapısı gibi görünen girişindeki görevliye ücretsiz giriş için müslüman olduğumu söylemem gerekti. Burası bir ibadethane değil ama öyle işte müslüman değilsen bedelli. 
Ücretsiz girişin verdiği sevinçle bilet bedelini öğrenmeyi unutmuşum. On dinardan fazla değildir. Havuzlar çok büyük olduklarından görebilmek için az evvelki kale kapısı benzeri binanın burca benzeyen yüksekçe kulesine çıktık. Kuleden sadece üçü görülebiliyor. Bekçi aynı zamanda rehberlik yapıyor. 

Korsan rehberlik elbette. Karşılığında ya bahşiş veriyorsunuz ya da satış mağazasından alışveriş yapıyorsunuz. Biz ikincisini tercih ettik. En büyüğü 128 metre çaplı havuzlar on dört adetmiş. Otuzaltı kilometre uzaktaki dağdan toplanan suyu sırasıyla bu havuzlarda dinlendire dinlendire arındırıp şehre su sağlıyorlarmış. Tunusun ünlü Makroud tatlısı buradaki dükkanda satılıyordu. Ben bir kurabiyecide tattım pek hoşuma gitmedi. İçindeki dolguda hiç hurma tadı alamadım. Hurmanın bir çok çeşidi varmış ve bu tatlı evde yapılırsa daha lezzetli olurmuş. Tatlıyı hurmayı badem, susam ya da her ikisiyle karıştırıp ezerek yaparlarmış. Ben iyi yapılanına denk gelememişim.  Öyle yapılsaydı sevebilirdim sanırım. Suriyede yediğim hurma dolgulu kurabiyeleri hala unutamadım.

Okba(Ukba) Camisi-Ulu Cami

Afrika'da yapılan ilk cami Unesco miras sayfasında, mağripteki diğer camilere örnek bir mimari şaheser olarak tanımlanıyor. Adını kendisini 670 yılında yaptıran Ukba İbn Nafi  den alıyor. Tunustaki diğer tüm cami ve islami yapılar gibi burayı görmeniz için Müslüman olduğunuzu söylemeniz gerekiyor ve tabii ki kadınları eteksiz ve örtüsüz almıyorlar. Artık kendime gezi üniforması yapmaya karar verdiğim eteğimi yanımda götürmüştüm. Başkasının giydiği eteği giymem gerekmedi.

Cami çok güzel ama kadınları ana bölüme almıyorlarmış. Kadınlara ayrılan kısım biraz kapalı o yüzden biz de görevli gelip fırça atana kadar  erkekler bölümünde çabucak fotoğraf çektik. Cami batıdaki Müslümanlar ve İspanya için taşıdığı anıtsal nitelik yanında siyasi kararların alındığı yer ve maliki mezhebi için önemli bir kurummuş. Kurabiye gibi minaresi Tunusun en eski minarelerden biriymiş. Bu bilgiye göre Afrikanın ilk camisinin minaresi sonradan yapılmış olmalı. 



Mihrabın önündeki kubbe biçimi Sousse ve Tunis Zaytuna camilerinin yapımında örnek alınmış. Unesco miras sayfasında caminin bir çok özelliği anlatılmış.


Sidi Sahbi Türbesi
Peygamberin sahabelerinden, Koirouan(Kayravan)ın kurucusu olduğu düşünülen Sidi Sahbi lakaplı Abu Zama Müslümanlar ve Bizanslılar arasında Kayveran yakınlarında yapılan savaş sırasında ölünce bu kubbenin altına gömülür. 

Yerel söylenceye göre Sidi Sahbi, Peygamberin kutsal sakalından üç telinin sahibiymiş. Bu nedenle türbesinin bulunduğu cami Avrupalılar tarafından Berber camisi olarak adlandırılmış. ..Ve hatta bu nedenle Sidi Sahbi peygamberin berberi zannediliyormuş. 

Türbenin ahşap tavan işlemeleri ve duvar kaplamasında kullanılan çinileri görseniz gözleriniz dışarı uğrar. O kadar güzeller.  17. yüzyıl yapısı çinileri ve galerileri ile Endülüs ve Türk mimarı akımının en özel yapılarından biriymiş.
Halk dini nikahlarını, sünnet törenlerini burada yapıp kutlamaya özen gösterir, evlenecek kızlar dokudukları ilk halıyı kendilerini kötülüklerden koruduğuna inandıkları için burada yatan kutsal kişiye adarlarmış. Vallahi ben uydurmadım. Panoda böyle yazıyor. Biz türbe ziyaretini yaparken Tunus başkanlık yarışının 24 numaralı adayı ve Tunus'un ak(!) partisinin lideri avanesiyle beraber dua etmeye gelmişti. İşte bu da kanıtı.

Kadın destekçileri fotoğraflarını çekmemis isteyince kırmadım. Beni gazeteci filan mı sandılar acep. 

Çıkış kapısında rastladığımız  teyzeyi  görünce dövmelerinden Berberi olduğunu anlayan Ödül fotoğraf çektirdi. Ben durur muyum. Ne kıskancım ayyy!!.. Teyzenin dövmeleri çocukken yapılmış, rengi bir parça solmuş ama hala belirgin.
Bir Baracuda
Bir Baracudanın kuyu suyunun Mekkedeki zemzeme bağlı olduğu, efendim içerseniz zemzem içmiş sayılacağı şehir efsanesi ortalarda dolaşıyormuş. Bir başka söylenceye göre kim Baracuda suyundan içerse buraya tekrar gelirmiş. Suyu içermiş gibi yapacağıma içseymişim keşke. Afrikanın yarı kurak bölgesinde suya kavuşmak için Aglabit havuzları gibi çözümler yanında 796 yılında kurulan hidrolik sistemle yirmibeş metre derinlikteki kuyudan deve yardımıyla su çekiliyormuş.
 Burası kubbesi yüksekçe, içinde su çekilen dolabın ve devenin geçebileceği genişlikte dairesel bir koridorun bulunduğu bir oda. Deve ve sistemin gerekleri bu odanın içinde. Eskiden çıkış merdivenleri ve kapı büyüdüğünde oradan çıkamayacağı kadar dar olduğu için deve buraya yavru iken girer, başka dünya bilmeden ömrünü orada dönerek su çekme işiyle tamamlarmış. Sonradan kapı ve merdivenler genişletilmiş. Artık devecik yedi saat mesai yapıp evine gidiyormuş. Buradaki hidrolik sistem Suriye-Hamadaki su değirmenlerinden esinlenerek yapılmış.
Üç Kapılı Cami
 Tekstil atölyelerinin olduğu sokağa geldiğimizde ön cephesi muhteşem görünen üç kapılı camiyle burun buruna geldim. Sidi Sahbi türbesinde gördüğüm Arap harfleri kullanılarak yapılan oyma süslemeler burada Arap kaligrafik yazı türünün en eskisi kufi ile taş yüzeye kazınarak yapılmış.  

Üç kapılı caminin avlusuna hızlıca girip etrafa şöyle bir göz gezdirdim. Kare avlunun dört kenarına tıpkı dışı gibi üçer kemer yapmaya özen göstermişler.
Fazla vaktimiz olmadığı için gezilerde her yere girip görme olanağımız olamıyor ama bu camide aklım kaldı. 866 yılı tarihli cami islam sanatının en eski anıtsal eserlerinden biri olarak belirtiliyor. Restorasyonu sırasında başlangıçta olmayan küçük bir minare eklenmiş. Üç kapılı caminin bulunduğu sokaklar el tezgahlarında dokunmuş kumaşları satan dükkanlarla dolu. Yeşneye ekru bir şal aldım. Benim aldıklarımı pek beğenmez. Olsun! O kullanmazsa ben kullanırım. 

Atölyeleri görüyorsunuz atölye demeye bin şahit ister. İnsanlar o daracık yerlerde ekmek parası peşinde. Ekmek parası peşinde olan sadece onlar mı? Bir kaç kişi peşimize takıldı yol göstereyim diye. Zor kurtulduk. Bize ne zaman katıldığını anlayamadığım fotoğraftaki adam habire bize yol gösteriyor bir şeyler anlatıyor.

 O kadar rahat ki Jemelin arkadaşı zannettim. Meğer kimse tanımıyormuş. Kendini bize rehber tayin etmiş. Bir ara arkadaşlarımın benden bir parça uzakta olduğu sırada yanıma geldi. Burada rehberliğim bitti rehberlik ücretini alabilir miyim diyor. Ben arkadaşlarıma bir sorayım ondan sonra dedim. Aaa dediler biz onu tanımıyoruz bizle ilgisi yok iyi ki paranı kaptırmamışsın. Şaşırdım kaldım. Kayravan ziyareti yemek faaliyetiyle son buldu.  Yemek sırasında Afrikaya ilk kez ayak bastığımı ve pek mutlu olduğumu söyledim. Ödül diğerlerine tercüme edince Fehima "Senegal'e mi gitmiş" diye sormuş. Kendi ülkelerini Afrika gibi düşünmüyor olmalılar ki böyle söyledi. Bu soruya çok güldük. Yemeğimiz de fotoğrafta gördüğünüz gibi küçük tabaklarda olanların hepsi kuver olmak üzere beş ana yemek. Toplam 26 Dinar ödedik. Süper fiyat. Her restoranın kendine göre kuver servisi var. Kimi Hamametteki gibi çorbası ve salata benzeri yiyeceklerle kimi buradaki gibi salata çeşitleriyle sunum yapıyor.

Masaya oturur oturmaz hemen kuver geliyor ve kesinlikle doyurucu.

Şehrin kapılarından dört örnek. Biri Tunusta gördüğüm tek mavi olmayan ve demir kapı. 

 Kayravan faaliyeti yerini El Jem’i görecek olmanın heyecanına bıraktı. Yine tozlu yollardan, kasabalardan, kaktüs öbekleri ve zeytin ağaçları etrafımızda El Jem’e ulaştık. Burada tek hedefi:Kolezyum.
El Jem

On dinar giriş bedelli El Jem; eliptik ve Roma yapımı bir kolezyum.
 
Ödül ve diğer arkadaşlarım defalarca gördükleri için biz içeri girmesek olur mu dediler.
 Neden olmasın, olur elbette. 30000 kişilik kolezyumun yüksek tavanlı merdiven ve koridor sistemi seyircilerin tribünlere girişini rahatlatıp kalabalık etkisini azaltma amacı güderek yapılmış. 

Tepeden hem kendimi hem şehri fotoğraflıyorum.

Kolezyumun tam ortasındaki meydanda yapılan gösteriler gladyatörlerin yaşamları pahasına  birbirleriyle dövüşmeleri ve/veya vahşi hayvanlardan üstün gelme mücadelesi üzerine kurulmuş. Meydanın altındaki dehlizlerinden hareketli bir platformla yer üstüne çıkan vahşi hayvanlar yem mi oluyor yoksa karnını mı doyuruyor orası meçhul. 

Vahşi hayvanların ve göz önünde olmaması gereken işlerin yapıldığı alt koridorlara girmeye cesaret edemedim. Genç bir çift iniyordu rica ettim sizlerle gelebilir miyim diye. Kabul ettiler. Fazla derinlere girmeden kısa bir süre sonra çıktım. Yukarıdan ışık alması korkutucu olmasına engel ama bazı kısımları epeyce karanlıktı.  Unesco miras listesinden bir yerin daha üzerinde gezindim. Kendimi iyi hissediyorum.
 Kolezyumun çıkış kapısının tam karşısındaki kafede çayımızı kahvemizi içip Türkleri çok severim diyen kafe sahibinin armağanı çöl gülünü alıp Monastıra yollandık. Monastır, Tunusun kurucusu, Atatürk hayranı, laiklik yanlısı Habib Burgiba’nın doğum ve ölüm yeri. İktidarı sırasında başbakan atadığı Zeynel Bin Abidin onu memleketi Monastıra uzun süreli ev hapsine göndermiş. Kalan yıllarını memleketinde, sürgünde tamamlamış.  Kendisine yapılan sahildeki büyük anıt mezarda yatıyormuş.  
Söylenene göre dini ögelerden yararlanarak Tunus bayrağına islamın beş şartını sembolize etmesi için beş köşeli yıldız koydurmuş.
Hava karardı kararacak derken birden gün indi.

 Burada hiçbir yeri ziyaret etmedik, edemedik ama kalenin önünde ziyaret etmişiz gibi numaradan fotoğraf çektirdik.

Sahil boyunca sıralanan beyaz evleri ve denizin müthiş uyumu içinde akşam saatlerinin verdiği yorgunluğu birer kahve ve sohbetle attık. Yaklaşık bir saatlik Hamamete dönüş yolculuğu gözümüzde büyüdü. Kendi adıma konuşayım. Benim gözümde büyüdü. Dün Hamamette gördüğüm pazarın aynısından burada gördüm. Yol kenarındaki bir meydanda kurulmuştu, epeyce müşterisi vardı.
Yarın üçüncü gün:

1 yorum:

  1. Kayrevan şehri araştırmam için muhteşem bir kaynak oldu, teşekkürler!

    YanıtlaSil