1 Aralık 2014 Pazartesi

BARSELONA (II)
Mine Kayam
Barselona keşfinin ikinci gününde biraz daha erken saatte, gezi otobüsüyle tura başladık.
 Fazıl Say konser afişine bayıldım, milliyetçilik duygularım kabardı ve hemen belgeledim.   Oğlunuz spor delisi olunca Barselona’ya gelip “Camp Nou” (NouCamp Stadyumu) görülmeden olmuyor maalesef. Ben bilet parasının; yetişkin 23 çocuk ise 17 Euro olduğunu görünce “Hayırrr…” diye biraz tepindim, neyse sonunda sadece mağaza ve bahçe kısmında şöyle kısa bir dolaşmaya Altar beyi ikna ettik.


İtiraf etmeliyim çok güzel bir mağaza hazırlamışlar, ben bile çıkmak istemedim. Buraya kadar gelip de Barselona forması almadan olur mu? Olmaz tabi, mağazadaki formalar takım olarak yaklaşık 150 Euro tutuyordu ama biz başka bir yerden 45 Euroya hallettik. Bu arada yeri gelmişken hemen bir tavsiye daha, çok fazla hediyelik eşya dükkânları var ve gerçekten almak isteyeceğiniz hoş şeyler var. Pazarlık edin, işe yarıyor hem de ciddi ciddi edin.
Barselona sokaklarında yürürken bu tarz canlı heykellere oldukça sık rastlayabilirsiniz. En ilgimi çeken bu heykel oldu.
Sonraki durağımız ‘Casa Mila’ diğer adıyla ‘La Pedrera’;yine enteresan bir Gaudi çalışması. Bu, Casa Mila’nın  maketi. 
 Oldukça büyük bir apartman, ayrıca hala apartmanda oturan aileler var, onları rahatsız etmeyin diye uyarıyorlar. Binanın çatısına asansörle çıkıp oradan aşağı inerek gezmeye başlıyorsunuz.
 Gaudi her şeyi çok hesaplayarak yapmış, burası evin çatısı ve o boşluktan görünen yer Sagrada Familia.
Burada çatıyı tüm olarak görüntülemeye çalıştım. Bu gördükleriniz bacalar, dikkatli baktığınızda insan yüzüne benzediğini göreceksiniz, öndeki yeşil olanda da kırık şampanya şişelerini kullanmış.
Gaudinin kendine özgü bacaları.
Gaudi, binaların çifte korunmaya ihtiyacı olduğunu düşünürmüş, yani çatı katı şapkaysa, çatı da onu koruyan şemsiye.
Burası çatı katı, alttaki resimdeki piton yılanının omurgası ile çatı arasındaki benzerlik son derece net bir biçimde görülüyor.   
Apartmanın bir katını da o zamanki eşyalarla döşeyip halka açmışlar. Bir saat diye girdiğim evden, üç saat sonunda Altar’ın bağırmaları ve Yıldırım’ın yeter artık sızlanmaları sonucu çıkmak zorunda kaldım.
Artık ‘tapas’ ve ‘paella’ yeme  zamanı gelmişti. Barselona’ya gelip de İspanya’nın yemeklerini tatmadan olmazdı. İndirim kuponumuzun olduğu bir yere girdik ve çok memnun kaldık. Fiyatlar fena değildi.
 Bu, paella - deniz ürünlü pilav, bizimkine göre sulu bir pilav, içinde her türlü deniz ürünü var. Sipariş verildiği anda pişiriliyor, o nedenle eğer onu sipariş verecekseniz 20-25 dakika beklemeyi göze almanız gerekiyor, fiyatları 8 ile 15 Euro arasındaydı.
‘Tapas’ dedikleri ise küçük küçük porsiyonlar ya da küçük ekmek dilimleri üzerinde farklı meze türü yemekler.

Bunlarda tapas örnekleri, açıkçası bana çok cazip gelmedi, daha doğrusu çok farklı değişik bir tat değil, ama paella yı beğendim
Burası ‘Placa Espanya’, arkamdaki alışveriş merkezinin adı ise ‘Arena’, çok büyük ve güzel bir alışveriş merkezi. Eskiden 14 bin kişilik boğa güreşi arenası olarak kullanılıyormuş, ama güreşler yasaklandıktan sonra bir süre kullanılmamış ve 2011 yılında alışveriş merkezi olarak hizmet vermeye başlamış. Önündeki asansörle çatısına çıkıp, Barselona’ya tepeden bakabilirsiniz. Çıkış 1 Euro, ama alışveriş merkezinin içinden de çıkabiliyorsunuz. Dışındaki bu tarihi görünüm, içeri girince tamamen modern bir alışveriş merkezine dönüşüyor. İyi mi? kötü mü? karar veremedim.  Aşağıdaki linkte Arena’yla ilgili çok detaylı bilgiye ulaşabileceğiniz bir mimarlık sitesinden yararlanabilirsiniz.
Burası eski bir saray, şu anda müze olarak hizmet veriyor; Museu Nacional d'Art de Catalunya. Gezmeye fırsatımız olmadı ama dışarıdan seyretmek bile bana büyük  keyif verdi.
Bir sonraki durağımız küçük bir İspanyol köyü, ‘Poble Espanyol’, okuduğum bilgilerde; “sokaklarında dolaşmak çok güzel, alışveriş yapıp güzel hediyelik eşyalar alabilirsiniz, mutlaka gidin” diyordu, ama girişin ücretli olduğu hiçbir yerde yazmıyordu. Hem de 12 Euro.  Kapıdaki bayana “içeride neler var?” dedim, o da “sadece el işi dükkânları ve restoranlar var…” dedi, yani para harcamak için para ödeyecektik, bize çok anlamsız geldi ve girmedik. Çok şey kaçırdık mı bilemiyorum.
Burası ise, olimpiyatlarda kullanılan stadyum.
Akşam olmuştu, günü bitirdik, ama benim bitirmeye hiç niyetim yoktu. Buraya kadar gelip de her ne kadar asıl yeri ‘Sevilla’ da deseler, “ben bir Flamenko dans gösterisi seyretmeden gitmem” dedim. Burcu da bana katılınca, sevgili Yusuf çocuklarla kaldı, biz de akşam gösteriye gittik. Kesinlikle tavsiye ederim. ‘Las Torontos’, Barselona’da kurulmuş en eski Flamenko kulübüymüş. Ücret 10 Euro, çok makul, indirim kuponuyla 7 Euro’ya geliyor, ancak içki dahil değil. Gösteri 30 dakika sürüyor, gerçekten harika bir performanstı. Her gece üç seans oluyormuş; 20.30 - 21.30 ve 22.30. Detaylı bilgiyi web sitesinden de bulabilir, hatta biletinizi bile alabilirsiniz. Biz turist sezonu olmadığı ve de hafta içi olduğundan dolayı biletimizi gittiğimizde aldık, ama aklınızda olsun, öncelik bilet alanlarda veya yer ayırtanlarda, yer kalırsa kapıdakileri de alıyorlar.
 Kapanış gerçekten çok güzel olmuştu, gösteriden çıktığımızda üçümüzde mutlu mutlu gülümsüyorduk.
Otele dönerken bu içki dükkanını gördük fıçılarda çeşitli içkiler vardı ve litreyle satılıyordu. İspanyolların meşhur içkisi Sangria almadan olmaz dedik ve bir litre aldık. Sangria meyve ağırlıklı bir içki, ama servisi çok hoş, iyice soğutulmuş olması gerekiyor, içine çeşitli meyveleri dilimliyorsunuz ve sürahide servis ediliyor.
Biz bunu yapamadığımız için resmi internetten almak zorunda kaldım.
Çok yoğun bir iki gün geçirdik ama değdi doğrusu. Barselona gerçekten görülmesi gereken birçok yönden hayran kaldığım bir şehir.
Son bir tavsiye: bunu Yıldırım her geziye çıkışımızda bana ve arkadaşlarımıza söyler, “geziye giderken planladığınız kıyafetin yarısını paranın iki katını alın”.
İlk bölümde de ilginizi çekecek paylaşımlar var gibime geliyor.
Hoşçakalın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder