21 Ocak 2015 Çarşamba

ROMA
Mine Kayam
Roma!... hep merak ettiğim, gitmek istediğim, ama bu isteğimin hiç gerçekleşmeyeceğini düşündüğüm ve sonunda ziyaret edebildiğim imparatorluk şehri.
Floransa ve Toscana macerasından sonra ancak akşamüstü 16:00’da varabildiğimiz Roma'ya girerken gördüğüm surlar bana İstanbul’u hatırlattı. 
Tarihi Porta  Maggiore kapısıyla aynı isimli meydanın civarında olan otelimizi kolayca bulduk. Roma için de Floransa kuralı geçerli, arabayla  girmek yok, hem trafik çok yoğun hem de birçok caddeye motorlu taşıtların girmesi sınırlandırılmış  ve eğer bu caddelerin hangileri olduğunu bilmiyorsanız ceza yeme olasılığınız çok yüksek. Neyse ki bu sefer, şehir merkezine çok uzak olmayan ve de ücretsiz otoparkı olan bir otel bulduk .
Çok sıcakkanlı olan otel görevlisi evine gitmek için bizi bekliyordu. Biz 24 Aralık gibi onlar için çok önemli olan bir günde gelmiştik; Noel Arifesi, buna rağmen bizi çok güler yüzle karşılayıp gerekli tüm bilgileri verdi. Hatta bir turist için gerekli olan her şeyi yazıp fotokopi ile çoğaltmıştı: çok güzel bir hizmet. Üstelik her yer kapalı olabilir, ihtiyaç duyabiliriz diye üç tane de otobüs bileti verdi. Yerleşene kadar saat akşam beş oldu, bizim için erken ama her yer Noel nedeniyle kapalı, herkes evine gitmiş. Biz de erkenden odaya tıkılmak istemeyince yine imdadımıza otel görevlimiz yetişti. Bizim için taksi çağırdı, taksiye kadar götürdü ve taksiciye nereye gideceğimizi söyledi. En hareketli yerler Campo dei Fiori ve Piazza Venezia dedi ve de haklı çıktı. Bu meydanlar ve çevresindeki sokaklarda bizim gibi birçok turist vardı.
Meydandaki noel ağacı, çok güzel süslenmişti.
Kahvelerimizi içerken karşımızdaki bu tarihi bina ve Vittoria  Emanuel II’nin anıtı olanca haşmetiyle bize bakıyordu.
Via del Corso, alışveriş caddesi de dükkanlar kapalı olmasına rağmen umduğumuzdan daha hareketliydi. 25 Aralık Noel günü Roma da olmak düşündüğüm kadar kötü değilmiş. Sabah ilk iş olarak otele yakın olan Termini tren istasyonunu bulduk.
Roma’da Termini’ye uğramadan olmaz. Uçakla gidin, trenle gidin ya da bizim gibi özel araçla gidin yolunuz mutlaka Termini’ye düşüyor. Hemen hemen tüm otobüsler buradan geçiyor, yani her turistin ilk uğrak yeri burası. İçinde her şey var; mağazalar, kafeler ve restoranları ile sanki küçük bir şehir. Biz turizm ofisini bulmak ve Roma Pass almak amacıyla gittik ve şansımıza çok kolay bulduk.  Ofisin saat 11:00’da açılacağını duyunca da çok sevindik. Evet Roma’da ulaşımla ilgili bilgiye çok ihtiyaç var. Öncelikle Roma Pass’dan başlayayım. Bu, Roma şehrinde geçerli, ilk iki müzeye ücretsiz girebileceğiniz, diğer müze biletlerinde indirim sağlayan, üç günlük bir kart. Bundan başka  tüm tren ve otobüslere bu kartı kullanarak ek ücret ödemeden binebiliyorsunuz. En güzel, sağlıklı ve güncel bilgiyi web sitesinden bulabilirsiniz. İlk anda pahalı gelebilir ama müze fiyatlarının çok ucuz olmadığı dikkate alındığında, 36 Euroluk bedel makul gözüktü bize. Örneğin; Kolezyum ve Borghese müzeleri toplam 23 Euro tutuyor, üstüne tren ya da otobüse bindiğinizi düşününce, parasını çıkarıyor. Fakat yine de kişisel tavsiyem; bunu almadan önce nerelere gideceğinizi iyi hesaplayın ona göre alın, çünkü Roma’da her yere yürüyerek gidebilirsiniz, hatta gitmeniz gerekir başka türlü o tarihi atmosferi hissedemezsiniz. Floransa’ya açık hava müzesi demiştim, ama o zaman daha Roma’yı görmemiştim. Bu arada, ulusal müzelere girişin 18 yaşın altındaki çocuklara ücretsiz olduğunu, ofisteki görevli uyarınca öğrendik. Bu nedenle, Altar’a kart almadık.  
Bu setin içinden bir kart, bir harita ve işinize yaracak gerekli bilgilerin olduğu bir kitapçık çıkıyor. Otobüs biletleri tek bilet 1,5 Euro ve 100 dakika geçerli, eğer bu süre içerisinde başka bir otobüse binerseniz aynı bileti gösterebiliyorsunuz. Ancak trende kullanırsanız tek kullanımlık. Bunun dışında biletler; günlük (6 Euro), 3 günlük (16,5 Euro) veya haftalık( 24 Euro) olarak alınabiliyor. 10 yaşa kadar çocuklar ücretsiz. Biletlerinizi bazı yeni otobüslerin içinde makinadan da alabiliyorsunuz ve yine makinalara onaylattığınız biletinizi beklenmedik bir anda gelen kontrolöre göstermeniz gerekiyor. 
Roma gibi her zaman yoğun olan bir şehirde böylesine boş sokaklardan büyük bir zevkle geçerek, Terminiye yürüme mesafesindeki ilk ziyaret noktası, heybetli Santa Maria Maggiore bazilikasına geldik.
Bazilikanın içi de dışı gibi etkileyiciydi. Burada üç poz çekmişim ama en iyisi bu olmuş maalesef. Bu resimde üst tarafta sarı olan kısmı biraz büyüterek bakarsanız meşhur illuminati’nin sembolü olan üçgen içindeki gözü görebilirsiniz. (Fotoğraf çekmeyi ilerletmem lazım…)
Burası da bazilikanın arka tarafı.
Tahmin edeceğiniz gibi sıradaki yer, sabırsızlıkla görmeyi beklediğim, 2007 yılında dünyanın yeni yedi harikasından biri seçilen Kolezyum. 
Kolezyum içine girmeden bile çok heybetli görünüyor.
Bu gördüğünüz kısım, dövüşlerin yapıldığı yerin altında kalan kısım, daha iyi anlaşılsın diye üstünün bir kısmını (çok eskiden de olduğu gibi) tahtayla kapatmışlar. Kolezyum’um bulunduğu yer aslında imparator Neron’un sarayının suni gölüymüş. Neron’dan sonra gelen Vespasian, Neron gibi despot olmadığını, halka daha yakın olduğunu, onların eğlenmesini ve mutlu vakit geçirmelerini istediğini anlatmak için Kolezyum’u yaptırmış. Burada sadece gladyatör dövüşleri yapılmıyor, halk orada günü geçirip eğleniyormuş, oyunlar oynuyorlar, mangal sohbetleri yapıyorlarmış.
Bu resim, kazılarda bulunanlardan esinlenerek yapılmış. Taşların üzerindeki resimlerden bugünkü dama, tavla türü oyunlara benzer oyunlar oynadıkları tahmin ediliyormuş. Ama eğlencenin büyük kısmı maalesef hayvan ya da gladyatör dövüşleriymiş. Kolezyum bence çok etkileyici bir yer, taşlara elimiz koyup gözlerimizi kapattık ve o zamanı hissetmeye çalıştık…  
 Kolezyumdan sonra Roma Foruma geçiyorsunuz. Biz tekrar bilet alıp girmedik, isterseniz 7 euroya bilet alıp burayı da daha detaylı gezebilirsiniz. Burasını da görür görmez Efes harabeleri aklıma geldi. 
 
Burası Arch of Konstantin; İmparator Konstantinin zaferini kutlamak için yapılan  kemerli anıtsal yapı. 

 25 Aralık’ta Roma'da olmanın keyfi en çok burada çıktı. Sabah sokaklarda neredeyse hiç araba yoktu, sadece bizim gibi turistler vardı. Roma Forum’da yine yürüyerek bizdeki adıyla Aşk Çeşmesi, orijinal adıyla La Fontana di Treviye gittik. Roma’ya gelip de burayı görmeden olur mu? Neredeyse Kolezyumdan daha önemli hale gelmiş, e bir de tekrar buraya gelebilmek için omzumuzun üstünden para atacağız. Fakat o da ne? Olamazzzzz ama gerçekten olamaz. Bu manzarayı görünce eminim hepiniz aynı şeyi söylerdiniz.
Çeşmenin aslı bu, internetten aldığım bir resim.
Bizim gördüğümüz de bu!..
Çeşme bakıma alınmış!
Benim yerimde kim olsa hayal kırıklığına uğrardı.
Sonrasında yine yürüyerek ulaşabileceğiniz Pantenon;şaman tapınağı, var. Yıldırım ve Altar girmek istemeyince, belki bir daha geliriz düşüncesiyle tamam dedim.
Akşam gittiğimiz Via Del Corso bu bölgede. Alışveriş yapabileceğiniz uzun cadde Piazza Venezia’dan başlayıp Piazza Popolo da bitiyor.
Sırada İspanyol merdivenleri var, buraya gelip de merdivenlerde fotoğraf çektirmeden olmuyormuş, bizde geleneğe uyduk.

Hemen araya önemli bir bilgi sıkıştırayım, burada halka açık tuvalet var. Roma’ya giderseniz bu bilginin ne denli önemli olduğunu anlarsınız yok, hiçbir yerde tuvalet yok. Mc Donald’s a gittik, kuyruk giriş katına kadar inmişti. Tuvalet demişken yine bir ayrıntı, burada tuvalete girdiğinizde bir türlü sifonu veya musluğu bulamayabilirsiniz. Çoğumuz artık sensörlü olanlara alıştık ama burada yere bakın, yerde klozetin yanında ayağınızla basacağınız sifon düğmesi var, muslukta aynı şekilde lavabonun altında ayağınızla basıyorsunuz. Umumi yerler için bana oldukça sağlıklı geldi ama ilk seferinde epeyce bir arayıp bulamamış ve sormuştum.
Sırada Borghese Galerisi var. Burayı gezmek için mutlaka önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Bileti internetten alabilirsiniz, o zaman zaten saatli alıyorsunuz fakat gişeden almaya kalksanız bile bileti aldım hadi gireyim yok. Her iki saatte bir grup alıyorlar ve içeride kalma süreniz iki saat. Detaylı ve güncel bilgi için tıklayınız lütfen.
Borghese Galerisi, aynı isimli çok büyük bir parkın içinde. Vaktiniz varsa bu güzel parkta  dolaşmanızı tavsiye ederim. Burası Borghese ailesine aitmiş ama 1902 yılında tüm parkı, bahçeleri ve binaları İtalyan hükümeti satın almış ve müze olarak halka açmış. İki katlı ve yirmi odalı müzede resimler ve çoğu Bernini’nin  Borghese ailesi için yaptığı heykeller sergileniyor. Borghese ye geldiğinizde gördüğünüz heykeller aklınızı başınızdan alabilir. Bu heykelleri yapanların önünde gerçekten saygıyla eğilmek gerekiyor, yetenek ve sanatçı kelimeleri farklı bir anlam kazanıyor.
Apollo ve Yunan mitolojisine göre koşarken ağaca dönüşen Dafne
ve villanın tavan süslemeleri.
Caravaggio’nun David with the Head of Goliath  isimli tablosu.
 Günümüz sanatçılarından Mat Collishaw’a ait masum insanların kıyımı(The Massacre of the Innocents) adlı eserdeki küçük heykelcikler inanılmaz bir detayla yapılmış. Birden ışıklar sönüp dairesel eser dönmeye başlayınca ne olacağını merakla bekledik. ..Ve tüm bu minik heykeller canlandı, gerçekten görülmeye değer bir şeydi. Aslı kadar etkileyici değil ama yine de bu videonun size fikir vereceğini düşünüyorum.
Müzeden sanata doymuş bir şekilde ayrıldık. Müzeye zorla soktuğum Yıldırım bile iyi ki gelmişiz dedi. Galeri çıkışı hadi otobüsle dönelim dedim, hedefimiz Novana meydanı, ama yeni bir İtalya problemi, otobüs durağından otobüs geçmiyor ve kimse nedenini bilmiyor… değişmiş, internet sitesine göre otobüs oradan geçiyor ama yok! Eh… hadi bakalım yola koyulalım dedik ve Novana meydanına yürüyerek ulaştık. Otobüs sorunu yüzünden planda biraz aksama oldu ama, olsun Roma’da dolaşmak her zaman güzeldi.
 Piazza Novana’ya hava kararmaya başladığında ulaştık, çok güzeldi, İspanyol merdivenlerinden daha çok beğendim. Kafeler, restoranlar oldukça kalabalıktı. Buradaki Dört Nehir Çeşmesi  en beğendiğim çeşmeydi, tabi aşk çeşmesini göremediğim için olabilir. Bu çeşme dört kıtayı temsil ediyormuş, daha doğrusu dört kıtadaki önemli nehirleri, Afrika’da Nil, Avrupa’da Tuna, Asya’da Ganj ve Amerika’da Rio de la Plata.
Hava kararmaya başladığı için ışıklandırma vardı ve çok güzeldi.
Bu da yine meydandaki başka bir çeşme. Aslında Roma’daki çeşmeler diye başlı başına ayrı bir yazı olabilir, hepsi çok güzeller ve hepsinin ayrı bir hikâyesi var.
Bir süredir burada yaşadığımdan mıdır bilemiyorum, bu tür reklamları görmeye bayılıyorum.
İçilen kahveler ve yenilen tiramisulardan sonra otele döndük. 
Son günü Vatikan’a ayırdık. Buraya kadar gelip Vatikan Müzeleri görülmeden olmazdı. Roma Pass Vatikan’a giden otobüsde geçerli, ama tahmin edeceğiniz gibi ayrı bir ülke olduğu için müzede geçerli değil.


St Pietro Meydanı ve Kilisesi. Meydan müthiş ve ben bu önemli kiliseye girmek,  Michelangelo’nun Pieta’sının orijinalini görmeyi çok istiyordum, ama ne mümkün! Giriş ücretsiz ama önünde bir haftalık kuyruk var.
Bu, kuyruğun küçük bir kısmı.
Vatikan Müzeleri için bileti bir hafta önceden internetten alırken, üçümüz için 12 Euro fazla ödediğimiz için bana kızan Yıldırım, müze önündeki neredeyse bir kilometrelik kuyruğa rağmen VIP gibi içeri girince bana hak verdi. O kuyruğu gören kişi değil on iki, yirmi iki Euro bile fazladan verirdi. Pazar günleri Vatikan’da halk günüymüş ve müze ücretsizmiş, eğer sabah ezanıyla oraya dikilmeyecekseniz hiç tavsiye etmem. Bu müzeye doğru yürürken St Pietro Meydanında önünüzü birçok serbest çalışan rehber kesiyor, Kolezyum’da da vardı, ama biz ilgilenmemiştik. Bu sefer merak edip ne yaptıklarını nasıl çalıştıklarını sordum. Müzeyi rehberli gezmek için grup yapıyorlarmış, daha önemlisi o kuyruğu atlatıyorlar, rehber bilet parası hariç 25 euro istedi. Bizim elimizde biletleri görünce biraz hayal kırıklığı yaşadı. Bileti olmayanlar o kuyruğu görünce kabul edebilirler diye düşündüm. Vatikan müzelerini anlatmak için birkaç günlük yazı gerekir. Gerçekten çok büyük zaten adı da Vatikan Müzeleri, birkaç tane müze var. Dünyanın en büyük müzelerinden birisiymiş. Toplam dört müze var, bunlardan Pio- Clementine müzesinde Sistine Şapeli de dahil toplam 54 galeri var. Yolumuzun üstünde ve de girişte neden bu kadar çok rehber olduğunu içeri girince anladım. Bütün o koridorlar ve galeriler içinde biz yolumuzu kaybettik, internetten müzenin krokisini bulup yolumuzu bulduk.
Bu müzeyle ilgili  tavsiyem, bileti internetten almanız dışında; eğer rehber istemiyorsanız  mutlaka müzeyle ilgili bir şeyler okuyup gidin, en azından müzenin krokisini internetten bulup indirin. Detaya girerseniz tüm gününüzü alabilecek bir müze. 

Tavan süslemesi ve 

hayvan figürlerinin sergilendiği salon.
Haritalar koridoru benim çok ilgimi çekti.
Yuvarlak salon;yerdeki mozaikler harikaydı.
Sonunda Hristiyan dünyasının kalbi, herkesin görmeyi istediği Sistine Şapeline ulaştık. İçeride fotoğraf çekmek yasak, olsun bende hafızama kazımaya çalışırım dedim. Ama o ne! Hani iş çıkışı belediye otobüsüne binersiniz sıkış tepiş, bir de şoför size ilerleyelim hanımlar beyler, boşlukları dolduralım der ya aynen öyle! Görevliler sürekli ilerleyin diyor da nereye? İstesem de fotoğraf çekemem, kollarımı kaldıramıyorum ki! Tavana bakmam lazım çünkü burada Michelangelo’nun diğer bir şaheseri, Yaratılış eseri var. Michelangelo, asılı bir iskelede tam üç yıl boyunca gece-gündüz, geceleri kafasındaki taçta yanan mumların ışığında bu tabloyu bitirmiş. Eh işte 5-10 saniye bakabildim ve kelimenin tam anlamıyla dışarıya ittirildim. Bu karmaşaya hazırlıklı giderseniz belki bir duvar köşesi kapıp duvarlara ve tavana bakabilirsiniz çünkü hepsi birer şaheser.
 Bu güzel merdivenle müzeden ayrılıyorsunuz.
 Castel Sant’Angelo’ya (Aziz Angelo Kalesi) St Pietro meydanından yürüyerek gidebilirsiniz, çok yorgun olduğumuz için biz giremedik. Roma Pass burada da geçerli. Tiber Nehri kenarındaki bu kale de gezilmeye değer yerlerden birisi. Bu kale ile St Pietro kilisesi arasında gizli geçit varmış, bir zamanlar hapishane olarak kullanılmış.


Biz keseduralım onlar zeytin ağaçlarına gözleri gibi bakıyorlar, bu yol büyük saksılardaki zeytin ağaçlarıyla süslenmişti.
Bana göre Roma daha bitmedi ama bizim gün ve de tatil bitti, Trevi Çeşmesine para atamadık ama ben tekrar gelmeyi ümit ediyorum.
Roma ve Floransa gezisinde tek olumsuz şey, sokak satıcıları idi, bu iki şehre kadar hiç bu kadar rahatsız olmamıştık, ama burada resmen kolunuza yapışıyorlar. Cüzdanınıza, kameranıza, telefonunuza çok iyi sahip çıkın. Özellikle makinalardan bilet alırken hemen yanınıza gelip yardım etmek istiyorlar. Otel görevlisi bizi taksi şoförleri için de uyardı; "Mutlaka taksimetreyi, tarifeyi görün kontrol edin". Gideceğiniz yeri iyi bilin, maalesef taksi şoförleri turistleri epeyce dolaştırıyorlarmış.
Son gün bilgisi de otel görevlisinden geldi. Biz Pazar günü hazırlandık ve erkenden yola çıkmak istedik, ancak, pazar günleri Roma’da özel araçların öğlen on ikiye kadar trafiğe çıkması yasakmış. Biz de öğle vakti hareket ederek ceza yeme riskinden kurtulduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder