3 Şubat 2015 Salı

VENEDİK
Mine Kayam
Sanırım İtalya’nın olmazsa olmazlarından biri Venedik. Hele kuzey İtalya’da olup da Venedik’i görmeden olur mu? Olmaaaaz dedim ve sevgili  Burcu; “ 4 Mart Venedik karnavalının son günü, trenlerde  %50 indirim var. Kız kıza Venedik çıkartması yapalım mı ?” dediğinde ne zamandır hayal ettiğim Venedik gezisi için süper bir fırsat dedim. Bu arada, 4 mart 2014 tarihinde yaptığımız bir geziyi anlatan bu yazı biraz gecikmiş bir yazı.  İtalya’nın tren şirketi Trenitalia'nın iki kişilik bilete tek bilet fiyatı kampanyasından yararlanmak için çift sayılı yolcu olmamız gerekiyordu. Konu Venedik olunca dört kişi olmak hiç zor olmadı. Böylece ilk Venedik gezimizi planlamış olduk, ilk diyorum çünkü bu geziden sonra iki kere daha gittim ve eminim ben birkaç Venedik turu daha yaparım.
Venedik, kuzey İtalya’da bir ada şehri. 5. yüzyılda kurulmuş,  10. yüzyılda denizcilikte en üst noktaya ulaşmış, 118 adadan oluşan, 170 kanalı ve 400 köprüsü olan Venedik motorlu araçların girmesine izin verilmeyen bir şehir.
Bu harita Venedik'teki kanallar hakkında size bir fikir verebilir.
Son yıllarda nüfus ana karadaki Mestre şehrine kayıyormuş, bu nedenle genç nüfus oldukça azalmış. Halkın büyük çoğunluğun gelir kaynağı, tahmin edeceğiniz gibi turizm.
Yolculuğumuzun ilk kısmı arabayla Milano'ya kadar. Orada arabamızı park edip metroyla  Milano Centrale tren istasyonuna geçtik. Milano tren istasyonu oldukça eski ve güzel bir yapı. Milano’yu anlatırken buradan bahsedeceğim için şu an çok fazla değinmiyorum. Milano Centrale istasyonu yolculuğumuzun başlangıç yeri. Venedik Santa Lucia istasyonuna yapılan direkt tren yolculuğu iki buçuk saat sürüyor.
Venedik ana karaya Ponte Della Liberta (Özgürlük köprüsü) denilen yaklaşık kilometrelik bir demir ve karayolu köprüsüyle bağlanıyor.
Bizler festival aktivitelerinin daha çok olduğu San Marco Meydanı'na gideceğimiz için Santa Lucia istasyonunda indik. Bu istasyondan önce, ana karada Menstre istasyonunda birçok kişinin inmesi yanıltıcı olabiliyor. Bir an için bizde inmeye kalkmıştık ama sonra ana karada olduğumuzu fark ettik.
Venedik’te tüm ulaşım su araçlarıyla, Vaporetta denilen toplu taşım araçları ya da deniz taksileriyle yapılıyor. Bu nedenle şehre ulaşımımızı trenle yapmak çok mantıklı geldi. İllaki araba diyenler de düşünülmüş. Arabanızı anakara kısmındaki otoparka bırakıp diğer kısma vaporettalarla geçiyorsunuz. Vaporetta biletleri tek yön 7 Euro. Biletlerinizi almadan önce nereleri gezeceğinizi önceden planlamanız her seyahatte olduğu gibi burada da iyi olur. Çünkü 24 saat geçerli, sınırsız kullanımlı bilet 18 Euro. Bu biletle Murano ve Burano adaları da dahil istediğiniz yere gidebiliyorsunuz. Tek yere gidecekseniz günlük bilet almayı düşünmeyebilirsiniz, ama indi bindi yapacaksanız 24 saatlik bilet çok karlı oluyor. Biz ilk gidişimizde yürümeyi tercih ettiğimiz için tek yön aldık ama sonrakilerde 24 saatlik bilet çok işimize yaradı. 
İstasyondan çıkar çıkmaz bu görüntü sizi karşılıyor ve nefesinizi tutup ortama adapte olmaya çalışıyorsunuz. Zaten kendimizi hemen festival ortamında bulduk. Her taraf fotoğraflarını çekmemize izin veren, hatta bizimle poz veren maskeli insanlarla doluydu.
      

      İlk iş olarak ortama uyup maskelerimizi aldık. 
İstasyondan San Marko meydanına yürüyerek gidip Vaporetta ile dönmeye karar verdik. Yön oklarını takip ederek yürümeye başladık. Bu tür yürüyüşleri her zaman tercih ediyorum, çünkü ara sokaklara girdiğimde kendimi oraya ait hissediyorum. 
   
          

Vendik’te gördüğümüz her şeyin bir hikayesi var. Bu köprü “ahlar köprüsü”. Anlatılana göre mahkumlar hapishaneye bu köprüden götürülüyorlarmış. Köprünün beton kafesli pencerelerinden  Venedik’e son bir kez daha bakıp iç çekerlermiş, o zamanlar hapse giren bir daha çıkamazmış.
Her yerde karşımıza çıkan bu maske dükkanları insanın aklını başından alıyor. Fiyatları ise 5-10 Eurodan başlıyor ve üst sınır yok, ben 1000 Euro’ya bile maske buldum. 
Bu tarz dükkanlara girdiğinizde kendinizi inanılmaz bir dünyada buluyorsunuz, maalesef içeride fotoğraf çekmemize kesinlikle izin vermiyorlar. Maske satan yerlerden birisinde satıcı çocukla biraz sohbet edince ucuz maskelerin Çin malı olduğunu öğrendim. Gerçek el yapımı maskeleri elinize alınca hemen fark ediyorsunuz, bunlar boyutlarına ve işlemelerine göre 10 Eura’dan başlıyor. Ama olsun, ben yine de Venedik’ten maskesiz dönmem diyorsanız bence Çin malı maskeler de çok güzel. Bu arada maskelerin renklerinin, şekillerinin anlamı olduğunu da öğreniyoruz. Siyah maskeler güçlü insanı, kırmızı ve altın renginde olanlar Venedik’in geleneksel renkleri ve bayraklarının renkleri, mavi renkli olanlar büyük kanalı temsil ediyor. Sarı olanlar ise bayraklarında da olan aslanı temsil ediyor. Eğer maskede ziller varsa, bu da mutluluğu temsil ediyormuş. Bu bilgilerden sonra mutluluğu ve gücü temsil eden maskemizi alarak dükkândan ayrılıyoruz.
Sağdaki fotoğrafta gördüğünüz uzun burunlu maskeler veba döneminde doktorlar tarafında hastayı uzaktan muayene etmek için kullanıyormuş.
Her sokakta başka bir şey buluyorduk bu nedenle yürüyüşümüz biraz zaman aldı.

Bizde her evin önünde bir araba vardır ya burada her evin önünde bir tekne var.
 Meydana yaklaştıkça insanların neden çok değişik çizmeler giydiğini anladık çünkü meşhur San Markus meydanı sular altındaydı ve festival aktivitelerinin bir kısmı iptal edilmişti. Çok üzüldüm, ancak Venedik’i böyle sular altında görmek herkese nasip olmazmış, o nedenle keyfini çıkartmaya çalıştık.
                                        
Grand Kanalın meşhur Riolta köprüsünden görünümü. Grand Kanal(Büyük Kanal) Venedik'i sanki ortadan bölüyormuş gibi kıvrılan en büyük kanal.
Burası Riolta pazarı genelde hep böyle kalabalık oluyormuş, tabi bu kez festival kalabalığı da vardı.
San Marco meydanında gezilecek yerlerin başında San Marco Bazilikası var, ilk gidişimde çantamda pasaportlar olduğu için emanete bırakamadım ve bazilikaya giremedim, çünkü aklınızda olsun, içeriye kesinlikle sırt çantalı ziyaretçi almıyorlar, gösterdikleri emanetçiye bırakmak zorundasınız. İkinci gidişimde San Marco'ya girdim ama bu seferde bazilikanın kapalı olduğu saate denk gelmişim. Sadece üst kattaki müzeyi gezebildik. Bazilika kısmı ücretsiz, ama yukarı çıkınca müze kısmı ücretli, Allahtan cüzdanları çantada bırakmamıştık. 
 Bu gördüğünüz kilise kısmı, aralardan becerebildiğim kadarıyla bu fotoğrafı çektim.
Bana göre müzede sergilenen en önemli ya da ilgi çekici eser bu atlar. Çok çile çekmiş bu atlar. Atların ilk yeri İstanbul’daki hipodrom kapısıymış. Venedikliler çok güzel bir planla bir gece atları kaçırıp, buraya getirmiş ve bazilikanın kapısının üstüne koymuşlar. Napolyon işgalinden sonra Napolyon “Olmaaaaz!.. bu atların yeri Paris” deyince, atlar buradan da sökülüp Paris’e gitmişler. Ancak, orada da çok uzun kalmamışlar, tekrar Venedik’e gelmişler ve Bazilikanı giriş kapısını üzerinde yerlerini almışlar. Bir süre sonra atların dışarıda yıprandığı görülmüş ve zavallı atlar yeniden yerlerinden sökülüp içeriye müze kısmına alınmışlar. Müzede gördüğümüz atlar orijinal olanlar, dışarıda kapıdakiler ise bire bir yapılan kopyaları.
Bazilika kapısını üzerinde olan bu tasvir ise, Osmanlı dönemini anlatıyor; o zamanlar İstanbul’da ölenler orada defnediliyor, cenazelerin dışarı çıkarılmasına izin verilmiyormuş. Venedikliler ise mutlaka cenazelerini getirmek istiyorlarmış ve buna bir çözüm bulmuşlar. Küfelerin altına mezarlardan çıkardıkları kemikleri koyuyorlarmış üzerine de domuz eti!!! Çıkarken yapılan kontrol sırasında eti gören Müslümanlar aynen bu resimdeki gibi “aman aman uzak tutun şunu” dediklerinden cenazeler kolaylıkla getiriliyormuş.
Burası bazilikanın karşısındaki Çan kulesi yukarıdan manzara çok güzelmiş ama çıkamadık. Bu fotoğrafı daha sonraki gidişimde çektiğim için yerler kuru, resimde gördüğünüz ters çevrilmiş masalar su bastığında hemen düzeltiliyor ve onların üstünde yürüyorsunuz. Bazilikanın tepesinden baktığınızda sol tarafınızda dükler sarayı ve denizden gelenleri karşılayan iki sütün var. Sütunlardan birinde Venedik’in simgesi kanatlı aslan diğerinde ise Aziz Theodorus’un heykelleri var. Yukarıdan Venedik manzarasına hayran kalıyorsunuz.
 Bazilikanın yanında saat kulesi var. Bu kulede çanı dövenler; zamanın geçtiğinin simgesi biri genç, diğeri yaşlı iki figür.  Onların altında da Venediğin simgesi; kanatlı aslan.

Ve gondol sefası!!! Venedik ve gondol ayrılmaz ikili. Maalesef gondol sefaları biraz pahalı, 20 dakikası 80 Euro.
 Gondolcuyla bir köşede pazarlık yapabilir, 5-10 Euro kadar indirim alabilir ya da orada bekleyip “başka gondola binmek isteyen var mı?” diye sorabilirsiniz. Bir gondol en fazla 6 kişi alabiliyor, yani 10 Euro civarında bir paraya bu işi halledebilirsiniz. Venedikle ilgili aldığım tavsiyelerden birisi de çok sıcaklarda gidilmemesi zira kanallarda koku olabiliyormuş.
 Gidilebilecek iki küçük adası Murano ve Burano'dan vaktimiz sadece Murano’ya gitmeye yetti. 
Bu adalara vaporettalarla gidiş çok kolay.
 Cam işleriyle ünlü, Murano’daki atölyelere gidip cam objelerin yapım aşamalarını izleyebilirsiniz.
Burada el yapımı cam süs eşyaları, takılar daha birçok farklı şey bulabilirsiniz. 
Burano ise dantel işleriyle ünlü, ben henüz gidemedim ama gidenler çok güzel şeyler olduğunu söylüyorlar. Venedik’in diğer bir ünü ise gerçekten çok pahalı olması, esnafa göre her şey gemiyle geldiği için pahalı oluyormuş ama bana biraz turist kazıklama gibi geldi. San Marco meydanı yok artık dedirtecek kadar pahalı ama arka sokaklara girdiğinizde gayet makul restoran ve kafeler bulabilirsiniz.
Bu tür dükkanlar oldukça fazla ve bu rengarenk makarnalar onları almanız için size bakıyorlar, fiyatları 3-4 Euro arasında.
Venedik bitti mi? Hayır bitmedi, ama bizim gezi bitti. 
Gezilecek saraylar ve müzeler var, Burano adası var, görülecek danteller var. 
Sanırım bir Venedik yazısı daha gelebilir.

2 yorum:

  1. Merhaba ayşe hanım:) İtalya benim de en çok gitmek istediğim yerlerden biri inşallah en yakın zamanda gerçekleştirebilirim..Yazınız ve resimler çok güzel..Sevgilerle..

    YanıtlaSil
  2. Funda Hanım bu yazıyı arkadaşım, gezgin Mine Kayam yazdı. Teşekkür ederim gerçekten aydınlatıcı ve yol gösterici bir yazı.

    YanıtlaSil