8 Eylül 2014 Pazartesi

BOZCAADA
Mitolojideki adıyla Tenedos, Troya'nın tam karşısındaki ada, antik çağlarda yapılan büyük savaşın köşe taşlarından birisidir. 9. yüzyılda yazıldığı sanılan Homeros'un İlyadasında; Akhalılar Truvaya tahtadan yapılmış bir atı armağan(!) gönderip dönüyormuş gibi yaparak adanın Ayazma koyunda saklanırlar. Armağanın kabul edildiğini, atın Truva sınırlarından içeri girdiğini, askerlerin operasyona hazır olduğunu anlayınca geri döner ve Troyayı taş üstünde taş bırakmamacasına yağmalarlar. Adada, Troya ve Homeros'u anmak için her yıl Temmuz ayının ilk hafta sonu bir şairin uygulama yaptığı İlyada okumaları adlı bir etkinlik düzenleniyor.  
Şarap bağlarıyla kaplı adanın havası o kadar temiz ve ferahlatıcı ki bir kaç yaş gençleşmiş olabiliriz. Adanın rüzgarı, gündüz ve gece arasındaki sıcaklık farkı, toprağı ve nemi şaraplık üzümlere gübre oluyor. Adada şarapçılığın ne kadar eski olduğunu milattan önce 3000 yıllarında basılmış gümüş bir para anlatıyor.
 Paranın bir yüzüne Hera ve Zeus'un yarım portreleri diğer yüzüne kadeh ve üzüm salkımı işlenmiş. Stratejik konumu ile ada Perslerin, Venediklilerin, Makedonların, Yunanlıların, Osmanlılar ve daha bir çok gücün ilgisini çekmiş. İstanbulun fethinin ardından 1455 yılında Osmanlı topraklarına katılmış, çeşitli savaşlarla bir o bir bu ülkenin eline geçen Bozcaada 1920 Lozan antlaşmasıyla Türkiye topraklarının bir parçası olmuş.
Gökçeada sakinleriyle haşır neşir olmuş ve göçle ilgili hiç bir şey konuşmadıkları dikkatimizi çekmişti. Burada yerlilerle iletişim kuramadığımız/kurmadığımız için ağızları fermuarlı mı değil mi bilmiyoruz. Göçle ilgili yazdıklarım Gökçeada(İmbros)için neyse biraz belki hafifiyle ama özünde aynısıyla Bozcaada(Tenedos) için de geçerli. Verdiğim linkte adalar ve göç ikilisini yazmıştım. Dilerseniz oradan okuyabilirsiniz.
Yaklaşık on yıldır gitmemiştik. Bu süre içinde ada hayranlarının sayısında ciddi bir artış olmuş. Oteller, bağ evleri, şarap imalatçıları turizme yatırım yapmışlar. Esnaf? Eylül ayının ilk haftasında yapılan bağ bozumunda artan kalabalıkla nasıl baş edecekler acaba? Yemek tabaklarını konukların önüne mi fırlatırlar ne yaparlar bekleyip görelim. Özellikle hafta sonuna ve özel günlere denk gelen tarihlerde feribot kuyruğu kilometrelerce uzuyor. Dönüş saatini bu beklemeye göre ayarlamakta fayda var. Tertemiz, pırıl pırıl, önceki gidişlerime göre sıcak;ilk girişte bir dakika kadar üşütüyor, sonra kadife gibi sudan çıkmadık desem yeridir. En bilinen plaj Ayazma. Tabii ki bu durumda en kalabalık plaj da orası. Akvaryum da her zamanki gibi kalabalık. Oysa Ayazma koyunu geçince Sulubahçe plajı daha güzel ve özgürce yüzebileceğimiz bir yer. Ayazmanın üst tarafındaki Vahit'in yerinde deniz ürünleri menünüzü ilçe merkezinden daha uygun koşullarda yiyebilirsiniz. Biz öyle yaptık.
Bu yıl Ayvalık, ardından bir gecelik Gökçetepe kampı ve kamp sonrası Bozcaada dedik. Kamptan gittiğimiz için bagaj ağzına kadar dolu. Çadır, şezlong, yastık, çarşaf ne ararsan var. Bağban otelinde yer ayırtmıştık. 
Otelimiz üzüm bağının içine yapılmış tam bir bağ evi;tek katlı, beş adet çok şık odası var. 
Pardon bütün odaları şık değil. Yanıltmayayım. Sabah rüzgarında her gün değişen ama asla abartısı olmayan kahvaltımızı bağ içinde Göztepeye bakarak yaptık. Otelden aldığımız haritada gidilecek yerlerden biri: Göztepe. Arabanız dört tekerleğiyle yere sağlam basıyorsa gitmeyi düşünebilirsiniz. Gidin demiyorum bakın. Dikkatinizi çekerim. Motorsikletle asla!!! Yukarı çıkana kadar korkudan birbirine  çarpan dizlerim yetmezmiş gibi bir de araba uçurumdan yuvarlanarak denize uçmasın diye-sanki ben öyle yapınca etkisi oluyormuş gibi-dağ tarafına yaslanmaktan perişan oldum. Karşıdan araba gelse geçecek yer yok. Birinin ya yukarı ya aşağı geri gitmesi gerek. Dönecek yerde yok. Mecburen gevşek taşların dans ettiği toprak yoldan  adrenalin bombası içinde tepeye kadar çıktık. Bu arada acaba çekici çağırsak da o mu indirse bizi diye düşünüyorum. Korkum o derece! Görülmesede olur bir manzara için bu kadar korkulu bir seyahat olacağını bilseydim asla ve kat'a çıkmazdım. Şimdi ders tekrarı yapalım. Göztepeye çıkılmayacakkkkk..!!..!!
  Rum mahallesindeki Meryem Ana Kilisesi rahibin hayatını kaybetmesiyle kapanmış. 
Yeni bir rahip de atamamışlar. Sadece noel gibi özel günlerde konuk rahip geliyormuş. 
Daracık sevimli sokaklarda dolaşırken Çiçek  fırınından gelen kokuyu içimize çektik. Çamlıhemşinli dedeleri Çarlık Rusyasında öğrendikleri fırıncılığı 1917 Ekim devrimi sonrası dönmek zorunda kaldıkları memleketlerine getirmişler. Ankara'da bir restoranın sorumlusundan öğrenmiştim tarım arazileri kısıtlı, buğday üretimi yapılmayan bölge insanı, Karadenizliler neden her yere fırın açmış ve neden Trabzon Ekmeği yazılı tabelalar bu kadar yaygın ve ünlü diye.. O anlatmıştı. Ekmek parası diye Rusyaya giden dedeleri devrimin sıkıntılarından kaçarak defter sayfası büyüklüğünde Rus parası getirmişler gelirken, çuvallar içinde, bir de ekmekçilik ve pastacılık mesleğini. Çiçek fırını tanıtım broşüründe fırının tarihçesini ve dedeleri Hacı Tahir Efendiyi  yad etmişler. Kendi tariflerini veren Sofia Hanıma, eski ada tatlarının tariflerini paylaşan diğer Rum komşularına adlarını vererek teşekkür etmişler. 
Bademli sakızlı kurabiyeleri müthiş. 
Adanın iç içe iki kaleden oluşan koruma kalkanının yapım tarihi belli değil. 
Esaslı bir restorasyondan geçen kaleye giriş beş lira. Broşür vermiyorlar. O da beş liraymış. Önceki gidişlerimizde çok kez gezdiğimiz kaleye girmek için beş lira vermek istemedim. Kalede yapılan bir Erkin Koray konserinde dinleyicilerin tamamının kendisinden fırça yediği için büyük guruplar halinde kaleyi terk ettiği(miz) bir de anımız var. Müziğini çok sever, arapsaçına bayılırım ama dinleyiciye kabalık cık cık cık...
Rüzgar gülleri havayı jilet gibi yaran seslerini kesmiş, hayata küsmüş gibi kımıldamadan duruyorlardı. Biz de onlara küstük tam yanlarındaki toprak yoldan; bizim gibi yapan çok sayıda kişi vardı, sahile doğru gittik. Adanın en batı ucunda 1861 doğumlu Polente Fenerine nazire yaparak batan güneş izlenecek. Gurup vakti; çocukluk kentim, doğum yerim Zonguldak'ta tam denizin üstünden batan güneşle, hep çok sevdiğimiz olmuştur. Aracımızı park edip etrafı dikenli tellerle çevrili olduğundan dibine değil çok yakınına gidilebilen Polente Fenerine doğru yürüdük. Kimileri hemen oracıkta arabasının yanında kayaların üstünde, kimileri fener yolunda piknik sandalyelerini koymuş, şaraplarını açmış, sessiz sakin huzurla güneşin batmasını bekliyor. Kimi gençler de başkalarını rahatsız etmemeye dikkat ederek alçak sesle sevdikleri şarkıları söylüyorlar. Aracı olmayanlar dolmuşlarla gelmişler. 
Hakan Gürüney adlı adaseverin kişisel çabalarla toparladığı dokümanlar, fotoğraflar,savaşta kullanılan malzemeler, etnografik buluntular kaymakamlığın restore edilmiş 300 yıllık bir bina tahsis etmesiyle müze projesinde hayat bulmuş. Giriş beş lira. 
Ben o ara Yeşne ve Ziyayı kaybettiğim için giremedim. Sonra da vaktim olmadı. Plajda yattım ohhhh!!
Aracınız yoksa Geyikli otogarından minibüslerle İskeleye gidebilir yaya yolcu olarak feribotla adaya gidip ayak bastığınız yer ada merkezi zaten.
Oteliniz ada merkezinde ise yaya, değilse hemen oracıktan bineceğiniz minibüslerle dilediğiniz yere gidebilirsiniz. Ama önce tarihi çınarın altında bir yorgunluk kahvesi için de öyle gidin.
Yaz sezonu olduğu için sürekli feribot seferi vardı. Kış sezonunda gemsandan hareket saatini öğrenmekte fayda var.

Bozcaada her şeyiyle canınıza can katar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder