15 Temmuz 2013 Pazartesi

BERLİN, 
HÜZÜNLÜ PRENSES(!)
(Alternatif Berlin yazısı)
Oldukça yağışlı bir güne denk gelen Berlin ziyareti 1 Euro karşılığı edinilen incecik naylon yağmurluklar içinde ıslak ve biraz da konfordan uzak ancak fazlasıyla ilgimizi çeken bir gezi oldu. Mayıs sonu olmasına rağmen hava sadece yağışlı değil epeyce de soğuktu. Spree nehrinin iki parçaya ayırdığı, bakış açısına bağlı olarak belki de iki parçayı birleştirerek oluşturduğu ve Hamburg’la birlikte eyalet sıfatını taşıyan iki şehirden biri Berlin. Uzun yıllar önce Prusya’ya,  ardından ise Alman imparatorluğuna başkentlik yapmış. Tarihin çeşitli dönemlerinde taç giyme törenlerine sahne olan Berlin’in göz önünde bir yer olması, belli ki şehrin başına bela olarak Nazi’lerin de yönetim merkezi olma talihsizliğine ermiş. Şehir Hitler’in dünyanın patronu olma iddiası ile başlattığı 2. Dünya savaşında deyim yerindeyse yerle bir olmuş. Azimli Alman topluluğu elele verip yeniden inşa etmişler. Soğuk savaşın kilit noktası, şimdilerde Şansölye Angela Merkel’in yaşamını sürdürdüğü şehir 1990’da Bonn’un elinden Federal Almanya’nın başkenti olma şerefini almış.
Berlin Duvarı
İlk durak kuşkusuz, çocukluk yıllarında utanç duvarı diye bildiğimiz meşhur Berlin Duvarı olacak. 

1961’de gecekondu misali ansızın bir gecede yükselen duvarların bu kadar hüzün, merak ve şiddetle karışık bir şöhrete ulaşacağını, eminim inşa edenler de hayal edememiştir. Sessiz sedasız dikilen duvarların yıkılması da aksine bir o kadar gürültü ve şamata içinde olmuştu. Büyük halk kitlesinin, Alexander meydanında Doğu Alman politikalarına karşı barışı çağıran eyleminin hemen ardından 1989 da yıkılan Berlin duvarı mutlaka görülecek. Ortadan kaldırılması tüm dünyanın dikkatlerini üzerine çeken ve büyük mutluluk kaynağı olan açık hava cezaevinin işlevini yitirdiğini, Almanların bu konuya ilişkin tüm hatalarıyla yüzleştiklerini bilmek sevindirici. Tarihi önemi nedeniyle tamamı yıkılmayan duvarı kimi yerlerde trafik akışını rahatlatmak amacı ile öteleyerek taşımış ve yol üstünde kalan orijinal yerlerine, üzerlerinde “Berliner Mauer” yazılı metal bloklar raptetmişler. 
 Adını Latin alfabesinin üçüncü harfine istinaden alan Checkpoint Charlie, duvarın en ünlü geçiş kontrol noktası. Alpha ilk, Bravo ikinci ve Charlie üçüncü kontrol noktalarının adı. Burası, insana kendisini tarif edilemez bir biçimde tuhaf hissettiriyor. Sadece diplomatik pasaportluların geçebildiği bu çok ünlü geçiş noktası Amerikalılar ve Rusların egemenliğinde olan toprak parçalarının insanın gözüne sokulmuş hali. Zaten tüm Almanya’nın işgali ile yetinmeyen Amerika, Rusya, İngiltere ve Fransa, Berlin’i de bölüp paylaşarak bir anda dörtlü komşu oluvermişler.
 
Aklıma nedense poker masası geliyor.
 Kontrol noktası; 
 bir kulübe ile 
bir tarafta Amerikalı diğer tarafta Rus asker fotoğraflarının yer aldığı panolar 
 
ve sembolik sınır görevlilerinin bulunduğu, ironik olsa da neşeli ve ilgi odağı bir yer. Turistik hizmet sunan üniformalı sınır görevlileri(!) ile fotoğraf çektirip bahşiş bırakıyorsunuz.  Kulübenin aslı müzeye kaldırılmış, bizim gördüğümüz basit bir replikası. Bu kapıda-geçiş noktasında duvarın tüm öyküsünü kronolojik olarak öğrenebileceğiniz birkaç minik müze var.
 


Yeni nesle ders olması için tamamı yıkılmayan duvardan alınan taş bloklara güncel diktatörler resmedilmiş ve küçük bir musibet alanı oluşturulmuş. 
 Hani derler ya bir musibet bin nasihatten evladır. Sanki heeey bakın sonunuz bu duvara benzeyebilir, kendinize gelin denmek istenmiş!  Hediyelik eşya satan küçük mağazalar, her turistik yerde olduğu gibi gani… Duvara ait olduğu söylenen taş parçacıklarını küçük kutulara koymuşlar ve Berlin anısı olarak satıyorlar. Satıcı kız “Bunlar gerçek mi?” sorumu gözlerini devirip “Şişşşt!” diyerek yanıtladı.
Doğu Yakası Galerisi
Şimdi Berlin Duvarı’nın tarihi anıt olarak ayakta bırakılan, yaklaşık 1300 küsur metrelik, kalp çarpıntısı yapan kısmını görme zamanı. 100’den fazla uluslararası mural sanatçısının dünya siyasi tarihine atfen yaptıkları resimlerle bezenmiş olan bu duvar doğu yakası galerisi adı ile anılıyor.


 Zaman içerisinde harap olan kimi resimler daha sonra restore edilmiş. Honecker ve Brejnev’in tarihi öneme(!) sahip öpüşmesi de burada resmedilmiş.
Dünyanın en uzun ve uzun süreli açık hava sergisi unvanını taşıyan doğu yakası galerisinin arkasındaki Spree nehri kıyısına geçip yürüyüş yapabilmeniz için bırakılan geçit tıkanan nefesinizi açıyor. Esasen batı Berlin, duvarın var olduğu süre boyunca Sovyet bölgesinin kuşattığı bölgede yani Doğu Almanya’nın içinde hapis kalmış. 
Hatta ne derece gerçek bilemiyorum yıllarca tarımsal ve diğer kaynaklar bakımından A.B.D.’nin Berlin’i hava yoluyla beslediği söyleniyor. Kötü hava koşullarına rağmen oldukça kalabalık olan bölgeden ayrılmadan önce ve şehrin farklı noktalarında doğu-batı ayrımına ilişkin öğeler bulmaya çalıştıysam da başaramadım. Geçen yirmi yılı aşkın sürede çeşitli altyapı ve inşaat çalışmaları ile fark kapatılmış. Bunun en belirgin göstergesi, Potsdamer meydanındaki modern kompleks binalardır. Burası aynı zamanda trafik ışıklarının Avrupa’da ilk kullanıldığı yer olarak da biliniyor. Işık demişken şunu söylemeden geçmeyeyim. Dresden’de yoğun olarak kullanıldığını gözlediğim Doğu Alman trafik ışığı sembolü Ampelmann başında fötr şapkası, kararlı adımları ve tüm sevimliliği ile kimi yerlerde gidiş gelişi düzenliyor.
Müzeler Adası
Bizi esir alan yağmurlu hava, müze gezilerine öncelik vermemize neden oldu. Kim bilir belki bu arada yağmur diner. Berlin'de büyük müzeler şehrin merkezi konumunda, bir arada ve bir adacıkta kurulmuş. 
Müzeler adası olarak bilinen bu bölge 1999'da UNESCO dünya kültür miras listesine alınmış. Unesco kültür mirası listesinde olan herhangi bir yeri görmek bana Mars’a gitmişçesine heyecan veriyor. Hem kalabalık bilet gişeleri önünde beklemekten kurtulmak, hem de ekonomik olması nedeniyle müze kartı ediniyoruz. Bergama müzesi öncelikli görülecek. Anadolu’dan kaçırılarak götürülen 
Milet’in Market kapısı, 

İştar Kapısı 

ve 
Bergama Sunağı, 

 en görkemli ve devasa boyuttaki müze demirbaşları. Müze, sergilenen Bergama Sunağı nedeniyle yıllar içinde Bergama (Pergamon)müzesi adını almış. Girişte ücretsiz olarak edinebileceğiniz elektronik rehber içinde diğer müzelerden farklı olarak Türkçe seçeneği sunuluyor. Antik dönem eserlerinin sergilendiği Yeni Müze; sergilenen en değerli eser kraliçe NEFERTİTİ’nin büstü olunca Mısır müzesi olarak da anılıyor. British Museum buradaki eserlere rahmet okutur ama burada da hatırı sayılır çokluk ve çeşitlilikte Mısır hazinesi var. Müze, mumyalar, lahitler, çanak, çömlek ve çeşitli mücevherlerden oluşan geniş bir koleksiyona sahip.
Doğu Alman hakimiyetinde kaldığı yıllarda uykuda olup yapılan restorasyondan sonra 1993’te açılan ve Protestanların Berlin’deki en büyük kilisesi müzeler adasına yirmi metre mesafedeki Berlin Katedrali.
 Prusya hanedan üyelerinin mezarlarının da yer aldığı katedral o kadar turistik olmuş ki, para almadan Almanya’nın en büyük orguna kapının ucundan bile baktırmıyorlar.
Küçük İstanbul
Her türlü sanat ve spor faaliyetine ev sahipliği yapan, çok kültürlü, tabelalara bakarsanız bizim mahalle diyeceğiniz Kreuzberg’e uğramadan olmaz dedik. Zaten Türk Mahallesi ya da Küçük İstanbul olarak anıldığını duymuştuk. Kebapçılar, çorbacılar ne isterseniz hepsi bir arada, sanki memleketi oraya taşımışlar. Yurt dışındaki en kalabalık Türk nüfus Berlin’de, Berlin’deki en kalabalık Türk topluluğu ise Kreuzberg’de yaşıyor. Almanların teknolojik alanda ne kadar ilim irfan sahibi olduğu herkesçe bilinir. Teknoloji tarihinin neredeyse her alanda temsil edildiği Alman Teknoloji Müzesi bu bölgede yer alıyor. Kimi alanlarda zayıf olduğunu düşünmüş olsam da, geçekten zengin bir koleksiyona sahip bir müze. Vestern filmlerinden çıkmış gibi duran lokomotif ve vagon örneklerine sahip oluşları müzeciliğe ne kadar erken başladıklarının bir göstergesi.

Hitlerin esirlerini ölüm kamplarına göndermek için kullandığı trenlerin vagonlarından biri müzedeydi.
Diktatörlüğe Giden Yol
Holokost anıtına gitmek üzere araç navigasyonu canımız tomtomumuz ve haritamız eşliğinde yol bulmaya çalışıyoruz ama nafile. Aslında Berlin’in yeniden inşası halen sürüyor olmalı; sanırsın şantiye alanından geçiyoruz. Bu anıt da Kreuzberg’de ancak yol çalışması ve çeşitli sebeplerle kapatılmış yollardan bir türlü hedefe varamıyoruz. Zaten yağmur alabildiğine yağıyor ve canımız sıkkın, bir de ulaşım sorunu çıktı. Sonunda bulduk. 

Anıt, iç karartıcı renk ve görünüşte, lahiti andıran megalitlerden oluşmuş bir kompozisyon. Paralel konumlanan megalitlerin arasındaki patikalar hafif yokuş ve inişlerden oluşuyor.
Buraya oldukça yakın bir noktada, Niederkirchner caddesinde savaş sonrasında, Gestaponun herhangi bir özence yol açmamak için yıkılmış olan yönetim merkezi binası var.

 Gelecek kuşaklara ders olabilmesi için temellerinin küçük bir kısmıyla varlığını sürdüren bina açık hava müzesi olarak ziyaretçilerini kabul ediyor. Müzenin gezintiye başlanan ilk noktasında, üzerinde diktatörlüğe giden yol yazılı manidar bir pano yer alıyor. 

Aynı bahçe içindeki modern mimariyle inşa edilmiş Nazi suçları dokümantasyon merkezi, soykırım kurbanlarını anlamak ve ders çıkarmak isteyenlerin akınına uğruyor. Kurbanlara ait fotoğraflar, nakil listeleri, mektuplar, kimlikler, gazete haberleri gibi birçok belge ziyaretçi ve araştırmacıların hizmetine sunulmuş.
Brandenburg Kapısı
Mahşerin dört atlısını taşıyan, artık geçmişte kalan bölünmüş şehrin sembolü, cefakâr Brandenburg kapısındaki meydana geldiğimizde neşeli bir kalabalıkla karşılaştık. Gençler toplanmış, taraftarı oldukları takımların şampiyonlar ligi finalini dev ekranlardan  izleyip destekleyecekler. 

Rekabet ve dostluk bir arada, eğlence gırla gidiyor. Kendilerini takımlarının rengine boyayan duşlara girip şarkılar söylüyor, bir yandan da kurulmuş olan yiyecek-içecek stantlarından gelen nefis ızgara kokularına teslim oluyorlar.

Alışveriş: Olmazsa olmaz

Hava güzel olsa çok keyifli vakit geçirebileceğiniz, sanat ve edebiyatla yoğrulacağınız Berlin’de diğer tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi çalışma yasaları nedeniyle iş yerleri ve alışveriş merkezleri akşamüzeri ve Pazar günleri kapalı. Yok, öyle gece on birlere kadar alışveriş falan. Alışverişe ayıracak vaktimiz kalmayınca bizim deyişimizle bitpazarlarından birine gidelim diyoruz. Bu pazarlarda yok yok. Ben 1001 çeşit diyeyim siz 100001 çeşit anlayın. Sanat eserleri, giysiler, çeşitli kişisel ya da ev aksesuarları, kitaplar. Aklınıza gelebilecek her şeyi buralarda görebilirsiniz. Her şey olur da yiyecek satıcıları olmaz mı? Var elbet. Daha önce yeme fırsatı bulamadığımız  patates eşliğinde, körili ketçap sosuyla servis edilen kızarmış sosis, bilinen adıyla körivörst yiyerek bilgimizi-görgümüzü artırıyoruz. Çok tatlı bir de deri çanta aldık. Fiyat için pazarlık yapmaya debelenirken satıcının Türk olduğu ortaya çıkıverdi. Şaşırmamak lazım önceden de bahsettiğim gibi Türk nüfusu oldukça kalabalık bir şehir Berlin, her an bir Türk’le karşılaşmak olası.
Berlin Film Festivali
Her yıl düzenlenen film festivalinde dünyanın her yerinden katılımcıların filmleri Berlin’in kendine simge olarak seçtiği ayı figürünün altın olanını almak için yarışıyor. Yıldızlar  Marlene Dietrich meydanında, Berlinale palasta  kırmızı halıda yürüyüp yeni roller düşlüyorlar.
Çevre Koruma
2008 yılının Ocak ayından itibaren banliyö hatlarının oluşturduğu dairesel alan Çevre Koruma Bölgesi olarak belirlenmiş. Amacı havadaki atık gazların zararlı etkilerini azaltma ve bu etkilerden korunma olan bölgeye koşulu sağlamayan hiçbir aracın girişine izin verilmiyor.
Dönüş
Berlin oldukça yeşil bir şehir.  Olanca haşmetiyle yürüyüş yapmamız, bisikletimizle dolaşmamız ya da içinde kaybolmamız için hazır bekleyen parkların tadını çıkaramamış olmanın üzüntüsünü Berlin’in ormandaymış duygusu uyandıran yeşil yollarından geçerken bir daha gelmeyi planlayarak atıyoruz.
Berlin duvarının yıkılışının 25. yılına özel 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder