15 Temmuz 2013 Pazartesi

YAHUDİ MÜZESİ, 
Üç Diş Sarımsak

 Bana kalırsa Berlin’de mutlaka görülmesi gereken müzelerden biri Yahudi müzesi. Geldik denince yok canım bu depo görünüşlü yığın müze olamaz diye düşündüm. Neyse ki 18. Yüzyılda mahkemelere ev sahipliği yapan bir binadan içeri girdik. Görkemli (elbette ki bir müze görkemli olmalıydı) tarihi binanın içine girdiğimizde telaşlı bir kalabalıkla karşılaştık. Avrupa’daki Yahudilerin iki bin yılı aşkın tarihinin 1900’lü yıllarına odaklanan müzenin giriş katından dar ve sevimsiz merdivenlerle bodruma yönlendirildik.
 
Sevimsiz ve ruhsuzluğu sürdüren bir koridorda kısa bir süre yürüdükten sonra, kendimizi müzenin içinde buluverdik. Bana dışarıdan depo gibi görünen bina meğer müzenin asıl kısmıymış, bahsettiğim görkemli bina ise yalnızca giriş ve idari bölüm olarak kullanılan parçası. Asıl müze binası mimar Daniel Libeskind’in pek çok eserinden birisi. Binayı öyle bir tasarlamış ki, üstten bakıldığında çoğunlukla zigzag deniyor ama bana göre tam açılmamış kırık metre şeklinde. Bu projesi Libeskind’e bir mimarlık ödülü getirmiş. Girişten başlayarak devam eden koridorla birbirini kesen, birinden diğerine geçerken şaşırmanıza yol açan, zemini farklı yönlerde eğimlerle düzenlenmiş küçük koridorlara ulaşıyoruz. Burada fotoğraflar, mektuplar, resmi yazışmalar ve kişisel eşyalardan tutun da sürgün belgelerine kadar birçok eşya sergileniyor. Filmlerde gördüğümüz sahneleri aratmayan sürgün ve kamp fotoğrafları ile mutlu aile fotoğrafları;  o insanlarla empati kurabilmeniz için eşsiz bir araç.


Sürgün ve göç müzenin temalarından biri.
 Bu adı taşıyan koridorun sonundaki bahçede sürgüne gönderilen Yahudilere ithaf edilmiş, her sırada yedi adet olmak üzere, üzerlerinde birer ağaç olan ve biri İsrail’den gelen toprakla doldurulmuş kırk dokuz adet beton kulecik var. 

Buradaki kulecikler arasında kalan zemin de tıpkı Holokost anıtında olduğu gibi küçük tümseklerle dolu. Soykırım koridorunun sonunda metal olması dışında bir özelliği olmayan kapıdan sevimsiz bir yere giriyoruz. Burası diğer tema olan soykırımı temsil eden kule. Oldukça yüksek, soğuk ve tepesindeki bıçak yarığı gibi duran açıklıktan gelen cılız gün ışığı dışında hiçbir ışık kaynağına sahip olmayan beton bir kulenin içindeyiz.  

Sadece beton, herhangi bir duvar kaplaması yok. Burada adeta yok oluşun izlerini derinden hissediyorsunuz.  Fotoğraf çekenlerin flaşları etrafı iyice görmemize yardımcı oluyor. Birkaç dakika içinde gözümüz de alışmış olabilir. Mimar, Yahudilerin Alman toplumundan soyutlanmalarına atfen müzenin çeşitli yerlerine serpiştirdiği uzun ve yüksek alanlarla boşluk kavramını kullanmış. Bunlardan birindeki enstalasyonda, yere dağınık olarak savaş ve şiddet kurbanı masum insanlara adadığı 10000 adet metal yüz yerleştirilmiş.
 
Dökülen Yapraklar adlı sergi ziyaretçilerin büyük bir gürültü çıkararak yerleştirmelerin üzerinde dolaşmalarına olanak sağlıyor. Üzerine bastığınız, dokunduğunuz ya da hızlı bir bakış attığınız her yüzün, sizde bir ürperti bıraktığını söyleyebilirim. Aslında müzenin kendisi başlı başına bir enstalasyon. Herhangi bir rehberlik hizmeti almadığımız için eldeki müze tanıtım broşürleri ve gözlemlerimize güvenerek;  eğimli zemin ve duvarların Yahudilerin ayağının altından dünyanın kaydığını, kırık metre şeklinin ise yaşamlarındaki keskin kırılgan dönemleri sembolize ettiğine karar verdik.

 Süreklilik teması ile adlandırılan ve çık çık bitmeyecekmiş gibi duran merdivenlerden çıkarken gördüğümüz çapraz kirişler ve müzenin diğer bölümlerinde de var olan dar, uzun ve yatay pencereleri geçerek üst kata ulaşıyoruz. Burada daha çok bilim ve sanat alanında yaptıklarıyla öne çıkan bir Yahudi kimliği görüyoruz. Ziyaretçilerin oyalanacağı minik etkinlikler hazırlanmış.

 İbranice adınızı yazabileceğiniz bir ekran, çeşitli interaktif  istasyonlarda birer soruluk testler ve insana rahatlık veren nar şeklinde hazırlanmış küçük kâğıtlara dileğinizi yazıp gerçekleşmesi niyetiyle astığınız bir nar ağacı.
 
Burada neşeleniyoruz. Nar müzenin her yerinde cömertçe kullanılan sembolizmin neşeli bir türü.
Üç Diş Sarımsak
                    Üç diş sarımsak, ortaçağın başlarından beri Almanya’nın Speyer, Worms ve Mainz bölgelerinde yaşayan Yahudilerin simgesi olmuş.

 İbranice(Hebrew) sarımsak anlamına gelen Shum sözcüğü, Speyer, Worms ve Mainz sözcüklerinin ilk harflerinin bu dilin fonetiğine göre kısaltılmışı. Shin(Sh), Vav(u) ve Mem(m). 1938'de Kristal Gece olarak adlandırılan sonun başlangıcı, sistematik olarak savaş sonuna kadar devam etti. Yüzyıllardır Avrupa’nın çeşitli bölgelerini ve Almanya’yı yurt edinmiş Yahudi toplumu, talihsiz bir serüvenin öznesi olacağını bilseydi;  hiç sarımsağı sembol olarak alır mıydı?
Fırtınanın merkez üssünde olmaları yanında güçlü lobilerini etkin biçimde kullanmaları nedeniyle, daha çok onların mağduriyeti dillendirilir; ancak zulme uğrayanlar sadece Yahudiler değil. Çingeneler, her ırktan yaşlı insanlar, sakatlar ve çocuklar da bu talihsiz fırtınadan nasiplerini almışlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder