22 Şubat 2011 Salı


SURİYE 
Bölüm:2
ŞAM ve AZ LÜBNAN

Halep'te başlayan otobüs yolculuğumuz beş saat kadar sürdü. Bu arada otobüste Türkçesi oldukça iyi ve Türkiye ile iş ilişkileri olduğunu söyleyen Raşid Bey'le tanıştık. Oldukça yardımseverdi. Otobüs yolculuğumuz boyunca Şam ve Suriye ile ilgili paylaşımları ülkeyi tanımamız açısından faydalı oldu. Halep'te binaların en üst katlarında bile pencere ve balkonların bitim noktalarına kadar demir parmaklıkla donatıldığını görmüş nedenini anlayamamıştım Şimdi bunu öğrenebileceğim birini bulmuştum. Ne yazık ki yanıt hayal kırıklığı oldu. Biraz düşündükten sonra "Buranın modası da bu" dedi. Neyi kapatmak istemişti bilemiyorum.
Geç saatte Şam otogarına girdik. Oldukça karışık ve pis bir yer. Suriye'nin nasıl bir yer olduğunu anlatmak için Türkiye'nin 40- 50 yıl önceki hali olduğunu söylemek yeterlidir. Taksiciler felaket. Araçlarında taksimetre olmasına rağmen hak ettiklerinden daha fazla para istiyor ve vermezseniz sinirlenip eşkiya gibi olay çıkarmaya bakıyorlar. Bizi bıraktıktan sonra geldiği mesafenin tutarı kadar paranın iki katını almak isteyen bile oldu. Kendisinin geri dönüşü içinmiş. 
İnternet üzerinden rezervasyon yaptığımız Al Macit oteline gittik. Odalar tam bir hayal kırıklığı. Verdikleri odalarda çok mutsuz olunca suit odamızda kalın dediler. Fiyatı bütçemize uygun daha iyi bir otel bulamadığımız için kötünün iyisi diyerek suitte kalmayı kabul ettik. Geleneksel Suriye kahvaltı menüsünde her gün Bakla haşlaması vardı üstelik hoşumuza gitti. Genel olarak kahvaltısı çeşit ve lezzet açısından güzeldi.

 Otel lobisinde Ülkü'nün fotoğrafını çekerken Al Macit otelin havalı üniformalar giyinen personelinden biri de kadraja girmiş.

Otel odamızın penceresinden Şam manzarası



Şam'da bir kaç tane kapalı çarşı var. Bu çarşıların en büyüğü, adını yaptırıldığı iki ayrı dönemin padişahları, inşaatı başlatan 1. ve bitiren 2. Abdülhamit'ten alan Hamidiye çarşısı. 
Çarşının içi her iki tarafında kumaş, zahire, sabun, Suriye'ye özgü Dimask- Damasko kumaşı, şekerleme ve hediyelik eşya satan dükkanlar sıra sıra dizilmiş. Hem kullanmak hem de armağan olarak Suriye poşusu aldık.
Suriye'de gittiğimiz her yerde gördüğümüz tütün ürünleri özellikle nargile tütünü ve nargile malzemeleri satan dükkanlardan burada bir kaç tane var.
Dükkanlar minik minik odacıklar. Kapıları da iki kanatlı dolap kapağı gibi ve ahşaptan.
Çarşının diğer ucu yarın gezeceğimiz Emevi camisine çıkıyor. 
Çok yakında bulunan karmakarışık Mithat Paşa çarşısı içindeki tatlıcı çok ünlüymüş. Erdoğan ve eşi de burada aşağıda görülen tatlılardan yemişler.
Türk olduğumuzu öğrenen herkes hemen Erdogan, Abdalla Gul deyip sevgi gösterisinde bulunuyordu. Şimdi belki o dillerini arı sokmuştur.
Buranın ne kadar eski olduğu girişindeki Jüpiter tapınağı kalıntılarından belli.
İçeride
Mısır çarşısını aratmayan baharatçılar,
Ne Şam'ın şekeri ne Arap'ın yüzü deyimini anımsatan, her köşede konuşlanmış, iştah açan renk ve çeşitteki ürünleriyle şekercilerle dolu.

Çarşı içinde ya da dışında, her köşe rengarenk vitrinleri ile şekercilerle dolu. Dükkana girip bakmak, tatmak onları hiç rahatsız etmiyor. Her yerde olduğu gibi hemen sıcacık ehlen ve sehlen deyip karşılıyor ya da uğurluyorlar.
Aşağıdaki kurabiyeler ağızda dağılmalık. Hele bir de hurma dolgulu kurabiyeleri var ki lezzetinden yenmiyor. Birer kutu almıştık. Keşke daha fazla alsaymışız.




Gelirken oradan aldığımız kayısı ezmeleri.

Beyrut
Beyrut'a gitme planımızı öne alıp ayarladığımız bir taksi ile ertesi sabah yola çıkmayı planladık. Sabah dedik ama şöför geldiğinde neredeyse öğle olmuştu.
Yol boyunca çölde geçen film sahneleri gibi tozlu toprak içinde köyler görüyoruz. Sapsarı toz içinde, dağınık ve herhangi bir şehircilik kaygısı gütmeden oluşturulmuş kasaba ve köyler. Lübnan'a hem giriş hem de çıkışta sıkı güvenlik kontrolleri var. Pasaportların her sayfasına baktıktan sonra giriş damgasını vurdular. Bir çok askeri güvenlik noktasından geçiyoruz. Casus filmlerindeki gibi eğilip arabanın içine, yüzlerimize bakıyorlar. Kısa bir süre bakıştıktan sonra geçmemize izin veriyorlar. 
Anjar Harabeleri
Lübnan'a girdikten kısa süre sonra Beyrut-Şam-Bekaa üçgeninde, 1939'daki zorunlu göçle Türkiye'den gönderilerek yerleştirilen Ermeni toplumu ile tekrar hayat bulmuş Anjarı ziyaret ettik. Anjar sadece bir köy değil aynı zamanda 700'lü yıllarda yapılmış, 1940ların sonunda yapılan arkeolojik araştırmalar sonucu görücüye çıkarılmış, Emevilerce yapılmış antik bir şehir. Kale olarak yapılan şehrin içinde 660 den fazla dükkan, hamamlar, yaşam alanları ve gözetleme kuleleri varmış. Yapımı uzun süren ve ne yazık ki planlandığı gibi tamamlanamayan antik şehir terk edilmiş. Oldukça bakımlı ancak pek ziyaretçisi olmayan, düzlüğe kurulmuş bu Roma stili yerleşim kalıntısı Efes harabelerini çağrışımıyla beni şaşırttı.
Unesco Anjar Harabelerini 1984'te Dünya Tarihi Miras listesine almış.
 İki yıl oldu seyahati gerçekleştireli ama bazı şeyleri saklamışız. Anjar'a giriş biletimizde saklananlardan biriymiş. 
 Anjar ziyaretimizde hediyelik eşya dükkanından aldığım magnetler. 
Yazının ilk olarak bu topraklarda bulunduğu söyleniyor. Bu nedenle biri alfabe magneti, diğeri Lübnan'ın sembolü Sedir ağacı.
 Ne yazık ki şöförümüzün umursamazlığı nedeniyle yola geç çıkışımız Bekaa vadisindeki Baalbek'i görmeden oradan ayrılmamıza neden oldu. 
 İstikamet Beyrut.
Çok acıktığımız için önce yemek.
Açlık bahane Beyrut yemekleri şahane! Suriye yemeklerine açık ara farkla..
Geçmişte yaşananlara değinmeden Beyrutun sakin bir şehir olduğunu söylemem gerek. Sık sık Birleşmiş Milletler asker ve araçlarına rastladık. 
Şehirde gördüğüm üç beş heykelden biri..
 adını anımsayamadığım için şair beni affetsin.
Arkada Beyrut saat kulesi.
Gördüğünüz gibi ortalık çok sakin. Acaba yanlış günde mi gelmiştik. Çünkü Beyrut çok hareketlidir hatta doğunun Paris'i diye ünlüdür. Aldatılmış olmalıyız. Şüpheye düştüm. Caddeler, kafeler bomboş.
Yine sakin. Bizden kaçmış olabilirler mi?

Beyrut sahili

Beyrutta işgal kuvvetleri karargahı

İlk kez bir Hard Rock kafeye gittim de şımarıklığım ondan. Mazur görün.

Devam eden şımarıklık halleri.
Kitaplığımızdaki rafta sefa süren sinirli Beyrut Hard Rock kafe ayısı 
  
 Her gittiğimiz yerden porselen olanlarını aldığımız, çerez tabağı olarak kullandığım minik tabakların Beyrut versiyonu. Biraz büyük ve porselen değil ama ne yapalım başka bulamadık. 
Malatya'dan, Maraş ve Adana'dan zorunlu göçle 1939'larda gelen Ermenilerin kurduğu bir mahalle. Maraş'lı bir amca ile sohbet ettik. Mano buranın en ünlü pastırmacısıymış. Biz biraz zeytin aldık. Pek de güzel değilmiş. 
Bu mahalledeki sokaklar bizim varoşlardaki sokaklar nasılsa aynısı. Ne de olsa aynı kültürü paylaşan insanlarız.




2 yorum:

  1. Pek bir güzeldi. Anımsadım yeniden. Üzülüyorum bugünkü durumlara. Acaba şehirdeki çarşılar, muhallebici, Nargile içilen (kimyonlu limonlu çay içilen ve kadın erkek beraber sohbet edilen kahve, hurmalı kurabiyelerin tadına baktığımız fırın, Tren garı, şavurma yediğimiz küçük cafe, hemen yanında şekerli çay satan dükkan.hemen poz veren okullu küçükler, İngilizce konuşan Suriyeli Ahmad, Al macid otel, otelde çalışanlar, otelin yanındaki küçük bakkal, bakla akşamları bakla satan sokak satıcısı, Hemen yanındaki Les Misérables afişi bulunan sinema/tiyatro.ne olduki.!?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bütün dünya elbirliği ile Ahmad ve arkadaşlarını yok etme çabasında.

      Sil