25 Şubat 2011 Cuma

SURİYE 
Bölüm:3
ŞAM 
Her yerde kocaman kocaman baba-oğul Esad'ların fotoğraflarının asılı olduğu Şam'a tekrar döndük. 
Ümeyye camisi
Beyruttan döndükten sonra ilk iş otelimizde dinlenip ertesi gün kahvaltının ardından Ümeyye camisine gittik.
Emevilerce 700'lü yıllarda yapılmış caminin yapımında eskiden orada bulunan antik Jüpiter tapınağının ve civardaki başka tarihi yapıların sütunları ve taşları da kullanılmış. Caminin süslemeleri ve görkemiyle bir sanat şaheseri olduğunu söyleyebilirim. Caminin üç minaresinden biri olan Ak minare Kurandaki bir ayete dayandırılarak İsa'nın yeryüzüne indiğinde ayak basacağı yer olarak dillendiriliyor.
Avlusu gibi kendisi de dikdörtgen şeklinde ve içinde islamın dört ayrı mezhebi için dört ayrı mihrap yapılmış.
Avlunun büyüklüğü cami hakkında fikir verebilir. 
Süslemeleri de yapımındaki özeni anlatır.

Camiye ıslak, sıcak ve soğuk demeden avluyu çıplak ayakla geçerek giriliyor.
Bir de tabi kıyafetiniz uygun değilse verdikleri pardösü benzeri kirli bir giysiyi giymeniz gerekiyor. 
Başımı kapatmak için beremi kullandım.
Önce caminin bir köşesinde yer alan Selahaddin Eyyubi'nin türbesine girdik. Selahaddin Nurettin gibi isim sözcükleri bizim yazdığımızdan farklı yazıyorlar. Salah ad Din, Nur ad Din gibi..

Fotoğraftaki delikanlının önünde bulunduğu minik pencere Hz. Hüseyin'in hilafet kavgası sonucu Muaviye yandaşlarınca Kerbela'da şehit edildikten sonra kesik başının getirilip defnedildiği yermiş. 
           
 Burası da aynı pencerenin yan tarafında Hz. Hüseyin'e türbe olarak düzenlenen yer. 
Müslümanlar Hz. Hüseyin'in Muharrem ayının 10. gününde şehit edilmesini Aşura günü olarak anıp acısını hissedebilecekleri eylemlerde bulunuyorlar. Aşure pişirilip dağıtılması Hz. Hüseyin'in Kerbela'da katliyle ilişkilendirilip, 12 gün tutulan orucun ardından pişirilip dağıtılır. Sadece bu olayla değil diğer semavi dinlerde aşure yapılıp dağıtımıyla ilgili çeşitli öyküler vardır.
Caminin içinde gördüğümüz kalabalık İran'lı gurubun varlık nedeni böylece açıklanmış oluyor.
Kimi namaz kılıyor, kimi sohbet ediyor ve kara çarşaflılar ama kaç-göç yok. Türkiye'dekinden farklı olarak burada insanlar camileri sosyalleşme alanı olarak kullanıyor. Dinlenmek, sohbet etmek ya da kısa uyku için camileri tercih ediyorlar. 
 Hz. Yahya( Vaftizci Yahya)nın caminin içinde kalan mezarının yerine kocaman bir türbe yapmışlar.
Caminin pencerelerindeki renk armonisini incelerken başlayan ezanla şaşırıp kaldık. Dördümüz de hayatımızda hiç bu kadar güzel ezan duymadığımıza hem fikir olduk. Akşam ezanıydı, çok sesliydi ve abartısız söylüyorum muhteşemdi. Sabah ezanını çok severim ama bir anda yıldızı söndü.
Bir gün olanak bulur giderseniz burada akşam ezanı dinlemeden sakın ayrılmayın.
Fotoğrafta zor görülen zincir namaz kılma bölümünde kadın ve erkekleri birbirinden ayırıyor. Ayırıyor olması kadın ve erkeklerin zincirin dibinde bir araya gelip sosyal ortam oluşturma ya da namaz kılmalarına engel değil. 
Habil-Kabil
Artık Habil'in, yeryüzündeki ilk cinayet kurbanının mezarını ziyaret zamanı. Bu ziyaret için yeni sürücümüz Yaser bizi Barada(Sürücümüz buraya iki kardeş geçidi dendiğinden bahsetti. Acaba brother barada'dan mı gelmiş.) geçidinden dağa doğru tozlu topraklı yollardan geçirdi. Tepeye ulaştığımızda Kabil'in Habil'i tam karşıdaki Kasyon dağında öldürdüğünü ve sonrasında buraya getirip gömdüğünü anlattı. Mesafe o kadar uzak ve yollar o kadar zorlu ki oradan buraya ölmüş birini nasıl taşımış olabilir?
Türbenin dışarıdan görünüşü. Başına şapka giymiş gibi.
İçeride hava ve yerdeki halılar o kadar pisti ki çoraplarım dışarıda çıkarmak zorunda kaldığım ayakkabımı kirletecek diye endişe ettim. 
  Bana o kadar uzun gelmedi ama bilgi panosunda mezarın yedi metre olduğu yazılmış.
Bir çok yerde olduğu gibi taşları, kendilerince kutsal olduğunu düşündükleri yazı ya da objeleri öpüyorlar. Aynı yeri biraz sonra bir başkası öpüyor. Bu sadece müslümanlara özgü değil. Hristiyanlar da kendi ibadethanelerinde aynı davranışı sergiliyorlar.  
O kalabalığın içinde karmakarışık durup namaz kılanlar var. Ziyaretçilerin çoğunluğunu oluşturan İranlılar secdeye gittiklerinde alınlarının fotoğraftaki taşa değmesine özen gösteriyor. 

Hatta eğer kişisel taşı yoksa arkadaşının taşını kullanabilmek amacıyla diğerinin secdeden kalkmasını bekleyip taşı aceleyle alıyor.
İranlı ziyaretçiler pilav pişirmişler ve hep beraber yiyorlar. Burada yemek yemenin kutsal bir anlamı varsa da ben bilemiyorum. Belki de  ekonomik olsun diyedir.
Saydnaya Azize Meryem Manastırı
Saydnaya manastırı. Dağların tepesinde bir kompleks olarak düzenlenmiş. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde yapılmış, ortaçağdan kalma, manastır eğitim odaları, konutlar ve kilisesi ile kale-şehir hissi uyandırıyor. Hasan Sabbah'ın Alamut'u gibi. Basit yaşam süren rahibeler tarafından idare ediliyor. Kutsal yağ dedikleri zeytin yağını pamuğa damlatıp dağıtıyorlardı. Hastalıklara iyi gelirmiş. Biz de moral verip psikolojik iyileştirme yapıyordur diye anneme vermek için aldık. 
Maalula
Maalula, Hz. İsa'nın yaşadığı yer olarak biliniyor. Bir de İsa'nın dili Aramiceyi konuşmalarıyla. Yerlilerden birine rica edince bize, yok olma yolunda olup sadece Suriye'deki dört kasabada konuşulduğu belirtilen, Aramice bir şeyler söyledi. Aldatılmış ta olabiliriz tabi. Sonuçta ne dediğini anlamıyoruz. 
Düzlük sadece cadde yapacak kadar olunca konutlar dağa yapılmış. Taş devrine ait olan buluntular dağın ilk çağlardan beri yerleşim olduğunu gösteriyor. Çok sayıda mağaranın bulunduğu dağ dini ya da siyasi nedenlerle kaçıp saklanma gereği duyanların sığınağı olmuş. Milattan önce yapıldığı saptanan kaya resimleri ve Hristiyanlıkla ilgili çok eski bir kitabe mağara duvarlarına kazınmış.
 Hz. Takla Ana Manastırı
 Maalula'da Ortodoks Hz. Takla Ana Manastırını görmek için dağa tırmanıyoruz.
Hz.Takla milattan sonra ilk yüzyılda Konya'da dünyaya gelmiş. Aziz Pavlus'un öğretilerini benimseyip, putperestliği terk ederek Hristiyan olduktan sonra doğup büyüdüğü Konya'dan buraya göç etmiş. Göç edişine sebep olarak güvenlik dillendiriliyor. Burada misyonerlik faaliyetleri yaparken şifacı olarak ün salmış. Hala oraya gelenin şifa bulduğuna inanıyorlar. Hatta görevli yürüme engelli bir kişinin oraya geldikten sonra yürüyerek çıkıp gittiğini anlattı. Epeyce merdiven çıkarak dağa oyulmuş manastırın dua odalarını görüyoruz. Takla Ana düşmanlardan kaçarken çok bunalıp Allah'a yalvarınca dağda bir geçit açılmış, bu geçide giren Takla Ana içinde su sızıntısı bulunan bir mağarayı mesken edinmiş. Dağdan gelen bu suyun biriktiği küçük bir su havuzundan görevli dileyenlere su ikram ediyor. İnananlar, görevli haricinde kimseye dokundurulmayan ve yıkanmadan kullanılan maşrapadan içtikleri suyun kutsal ve iyileştirici olduğuna inanıyorlar. Burada bir de yetimhane var. Küçük çocukları almış eğitiyorlar.
Kasyon Dağı
Fotoğrafta gördüğünüz sürücümüz ve rehberimiz Yaser bizi Şam manzarası için Kasyon dağına çıkardı. Habil'in öldürüldüğü, yeşillikten nasibini pek alamamış dağdan bütün Şam'ı panoramik olarak görebiliyorsunuz. Dağ, dinler tarihinde adı olan hemen hemen tüm peygamberlere düşmanlardan kaçıp saklanacağı yurt olmuş. Kimi peygamberler de muhteşem manzarası nedeniyle oradan Şam'ı seyretmiş. Söylenceler böyle bana kızmayın.
Yaser sorumuz üzerine  göstereceğini söylediği Esad'ın evini göstermekten vazgeçti. Hatırlattığımızda bir manevrayla geçiştirdi. Kim bilir neler düşündü de vazgeçti. Aklından geçenleri bilmemiz olanaksız.
Süleymaniye külliyesi
Kanuni Sultan Süleyman adına yaptırılan Suriyelilerin Taukiyye dedikleri Süleymaniye külliyesi Mimar Sinan tarafından yapılmış. Hacca giden müslümanların çeşitli ihtiyaçlarını gidermek amacı taşıyormuş. San Remo'da ölüp Suriye'ye getirilen Vahdettin'in türbesi külliyenin bahçesinde ancak restorasyon gerekçesiyle ziyarete kapalıydı. Buranın tüm bakım onarım giderlerini Türkiye karşılıyormuş diye duydum ama doğrulayamadığım bir bilgi oldu. 

Külliye, etrafındaki minik odacıkların dükkanlara dönüşmesi nedeniyle kapalıçarşı tarzı bir alışveriş merkezine dönüşmüş.
Hicaz Demiryolu
İstanbul'dan başlayarak Medine'ye kadar demir yoluyla gitmek 2. Abdülhamid'in en büyük projesiydi. Böylece sadece hacca gitmek değil asker nakli için de kolaylık olacak, bölgedeki Osmanlı egemenliği güçlenecekti. Şam bu hattın en önemli istasyonlarından biri olarak bilinir. Alman mühendislerden de destek alarak yapılan bu hat için çok sayıda tünel, köprü, yol üzerinde muhtemel nüfus artışı için kullanılacak hastane, çok sayıda istasyon ve atölyeler yapılmış. Yapımında ağırlıklı olarak Osmanlı askerlerinin çalıştığı inşaatta bir çok ülkeden özellikle doğu ülkelerinden bağış olarak gelen paralar kullanılmış.  Demiryolunun yapımına karşı çıkan kervan sahipleri, bölgedeki egemenliğini ki o günlerde Süveyş'in kontrolünü ellerinde tutan İngilizlerin gücü kaybetmek istemeyişi ve bir çok başka neden projenin başarıyla devamına ket vurmuş. Yerli halk yapılan yönlendirmelerle hattı sabote etmek için traversleri söküp 
özel işlerinde kullanmış.
Artık sadece müze olan Şam istasyonunun tavanı el işlemeciliğinin en güzel örneklerinden. Üst katta demiryolunun yapıma ilişkin dokümanlar sergileniyordu. İstasyonun arkasında başlatılmış büyük bir yenileme çalışması vardı. İstasyon yeniden çalışmaya başlayacakmış.
Çok süslü olan bu otobüslerden bir kaç tane gördük. 
Acıkınca şavurmacıda yedik. Suriyeliler her konuda olduğu gibi yemeklerin içeriğini anlayıp seçebilmemiz için çok yardımcı oldular.
Azim sarayı
Azim sarayı Suriye'deki son Osmanlı paşası Esat paşa tarafından kesme taşlarla kendine konut olarak yaptırılmış. 1983 yılında Ağa Han mimarlık ödülü alan sarayda odalar avlunun etrafına dizilmiş. Sıcak iklimlerde serin yaşamanın bir yolu olan avlu geleneği güvenlik amaçlı olarak sürdürülüyor. Yerel kostümlerle giydirilmiş mankenlerle Suriye aile yaşamı ve çalışma hayatı canlandırılmış. Etnoğrafik eserlerle dolu müzede ödediğiniz giriş ücreti her şeyi görmenize yetmiyor. Her bölümde elektrikli sobalarla ısınmaya çalışan görevlilere ayrıca bahşiş vermeniz gerekiyor. Bahşiş vermeyince kilitli kapının ardında sadece hayal kuruyorsunuz. Kendilerince maaş artırma yolu bulmuşlar. Bir zamanlar "Benim memurum işini bilir" diyen birini anımsamamak elde değil.

Bahçedeki portakal ağacının neşesi görevlinin kötü davranışını unutturmaya yetmiyor.


                           Arap yazılarını okuyamadığımız ve üstelik de nereye ait olduğunu tam anımsayamadığımız biletler. 
Soldaki Halep'den Şam'a gitmek üzere bindiğimiz otobüsün bileti olsa gerek.
Ayın onu oldu dönüyoruz artık. Türkiye'nin Hatay sınırına yakın bir yerde otobüsün depolarını mazot doldurmak için uzun süre bekletildik. Bildiğimiz yakıt pompalarıyla değil tulumbaya benzeyen bir aletle dolum işlemi yaptılar. Otobüsün altında başka ve oldukça büyük bir depo olmalıydı ki işlem bir saatten fazla sürdü. Bu sırada bizler uslu uslu otobüsün içinde bekledik.
Suriyeli ve Türk pasaport polisi de uzun süre bekletti. Kimilerinin çantaları arandı. Bir amca bol miktarda tütün ürünü almış. Elinden aldıkları çantalarını kaçırmaya kalkıştı ama olmadı.
Girişteki kolaylık ne yazık ki çıkışta yoktu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder