25 Şubat 2011 Cuma


SURİYE 
Bölüm:4
ANTAKYA: DÖNÜŞ YOLU
Antakya'ya ilk gidişim mezun olup öğretmen olarak atandığım İskenderun lisesinde göreve başlamamla beraberdir. İskenderun ve Antakya kısaca o coğrafyanın tamamı güneyde hiç bulunmamış benim için son derece egzotik bir yerdi. Çok kültürlü ve çok dilli bir yerde farklı etnik kökenlerin bir arada olduğu bir yerle böylesine haşır neşir olacağımı bilemezdim. Antakya, Türkçe ve Arapça ağırlıklı olmak üzere her iki dili ve yanında Fransızca konuşanlara rastlamanın sıradan olduğu, kozmopolit tabirini sonuna kadar hak eden bir şehir.
İlk kez siyah şalvarın günlük yaşamda çarşı pazarda kimi erkeklerin günlük kıyafeti olduğunu burada gördüm. Anlayacağınız tam bir köyden indim şehre versiyonu yaşadım. Bir diğer deyişle kültür şoku.
Suriye'ye giderken vakit ayıramadığımız Antakya için heyecanlanıyoruz. Yıllar sonra bir kez daha görmek fena olmaz. Cilvegözü ve Reyhanlıdan geçip Antakya öğretmen evinin güvenli ellerinde kahvaltımızı yaptık. Biraz dinlenip kuruluşu milattan önceye tarihlenen şehri dolaşmaya çıktık. Yol üzerinde bulunan kadayıfçı vitrininde yöreye özgü taş kadayıf ve künefelik kadayıfı inceledik. Gören de tatlı yemeden yaşayamayız sanır. Defne sabunları kadayıfçının karşısındaki dükkanın önünde, kaldırımdaki sandıklar içinde biçimsiz şekilleriyle harika görünüyorlar.
Vakit nakittir diyerek hemen mozaik müzesine girdik.
Hatay Kültür ve Turizm müdürlüğünün iddiasına göre mozaik koleksiyonu bakımından dünyada ikinci,  para koleksiyonunda ise üçüncü sıradaymış. 
 Benim duyumuma göre Zeugma koleksiyonuyla Gaziantep mozaik müzesi buranın pabucunu dama atmış.
Müzede mozaiklerle birlikte çok sayıda arkeolojik eser sergileniyor. Müzeciliği pek bilemiyoruz. Bunu hep ve inanarak söylüyorum. Çok sayıda müze gördüm. Dünyada ikincilik, üçüncülük iddiasındaki müze böyle olmamalı.
Doğum yeri Lübnan olan Suriye'yi katedip Antakya'nın tam ortasından geçerek Akdeniz'e ulaşan Asi nehrinin kıyıları bahar taşkınları nedeniyle betonla kaplanmış. Bizimkiler betondan başka çözüm bilmez zaten. Şaşırmadım.
 Şehir içinde akan nehirlerin ortama kattığı canlılığı burada göremedim. Kim bilir belki ben görememişimdir. Yine de su hayattır. Harbiye(eski adı Defne) de çavlanlarla oluşturduğu canlılığı buraya taşıyamamış Asi. 
Çarşıya gidiyoruz. Uuuu ne arasanız var. Çeşit çeşit baharatlar, salçalar, zeytin, yöreye özgü ve benim çok sevdiğim tuzlu yoğurt, sürk, defne sabunu ve daha bir çok yöresel ürün satan dükkanlara baka baka yürüyoruz. Sadece bakmadık aldık da. Hatta bir dükkanın telefonunu aldım. İhtiyacım oldukça arıyorum zeytinimi, salçamı, tuzlu yoğurdumu bozulmadan gelecek şekilde güzelce ambalajlayıp  kargoyla gönderiyorlar.Geleneksel çarşılarımız ne güzelmiş. 
Tatilde yemek yemek başka oluyor. Hatay Sultan Sofrasında birbirinden lezzetli yemekler yedik. Yiyemediklerimiz aklımızda kaldı. Künefeyi meşhur Ferah'ta yedik.
 Hristiyanlığın önemli mihenk noktalarından Antakya'da Anadolu'nun ilk(rivayetlere göre) camisine Habib-i Neccar'ın adı verilmiş. İsa'ya inananlar ilk olarak burada Hristiyan diyerek tanımlanmış. 
İsa'nın ilk havarilerinden ikisi Yahya ve Yunus'un türbesi bu camideymiş. Antakya'da yaşadıkları dönemde onlara ve onların Allah'ın elçisi olduğuna inanan ilk kişi cesur yürek Habib-i Neccar'mış.
Minaresi bulunduğu coğrafya'ya uyumlu. Alışıldık biçiminden farklı. Biraz Arap etkisi var. Farklılık güzeldir. Ben sevdim.
Caminin avlusu Suriye'de gördüğümüz camilerin avlularına benziyor. Yapımda kullanılan taşların rengi de aynı. 
Habib-i Neccar camisiyle aynı bölgede bir katolik kilisesi ve sinagog var. Bu nedenle Antakya tanıtımında ezan, çan ve hazzan üçlüsünü kullanarak her üç dine de kucak açıldığı ifade etmek istenir.

Hazzan

Sırtını Habib-i Neccar antik dönemlerdeki adıyla Silpius dağına yaslayan Antakya'nın daracık ve sevimli sokaklarından birini görüntüledikten sonra sırada çok önemli bir yer var. Dünyada ilk sokak lambasının Endülüsde Kordoba'da kullanıldığı, ilk ışıklandırılan caddenin ise Hatay'ın şimdi Kurtuluş eski Herod caddesi olduğu söyleniyor.
Göksel dinler tarihinin önemli ögelerinden biri, bağımsız(!)Hatay'ın 1939'da ilhakıyla dünyanın ilk kilisesi ve Hristiyanlar için önemli bir hac merkezi olan Saint Pierre(Sen Piyer) kilisesi erişim alanımızda. 

Saint Pierre kilisesinin buradaki varlığı Antakya'yı Kudüs ve Vatikan'la beraber Hristiyan aleminin üç önemli kentinden biri yapıyor.
Fotoğraflarda gördüğünüz gibi kilise esasında bir mağara. Habibi Neccar dağının eteğindeki bu mağara kilisenin dağın içlerine doğru giden minik mağara uzantıları var. Mihrap olarak düzenlenen köşede ufacık bir heykel var.

 Müze ve ören yerleri kapsamında ücretli giriş yaptığımız kilisenin içinde mağara duvarlarına bakıp onları kuş uçmaz kervan geçmez bu yere kilise yapma zorunda bırakan koşulları düşünmekten kendimi alamadım.
İnsanlar inançları gereği hala saklanmak zorunda kalıyorlarsa ilkelliğin(günümüzde de geçerli) kol gezdiği her ortamda bunu normal(!) görmek gerek. 
Antakya Kültür ve Turizm Müdürlüğü size sesleniyorum. Her yıl bir çok konuğun hacı olmak için geldiği kilise'nin yolu oldukça karmaşık. Ulaşımı rahatlatacak önleme ihtiyacı var. Dolmuşçular bile yolunu bilmiyor.  Biraz ilgi gösterip turizm potansiyelini maksimuma çıkarmaya ne dersiniz.?
Yaklaşık otuz yıl sonra tekrar ziyaret ettiğim kiliseyi daha bakımlı ve korunmuş bulmak isterdim.
Hatay topraklarında soluklanırken Ayla KUTLU ve onun en sevdiğim kitabı, müthiş öyküsüyle BİR GÖÇMEN KUŞTU O belleğimde dolaştı.
Keyifli gezimizi sona erdirmek zorundayız.
http://www.youtube.com/watch?v=9yRklsS7AlI
Hareket saatimiz yaklaştı.
Darısı başka gezilere!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder